Serdar Turgut: Zaman kavramı yok ki!

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

‘‘Zincirleme alışverişçi‘‘ Rana Hanım, Prag'da ilk iki gün hiçbir şey satın almadı.

Ne yazık ki turun ince planlamaya ve dikkatli zaman ayarına dayalı bölümü de üçüncü güne denk geliyordu.

Her şeyin iyi gitmesi, aksamaması için paralanan De-Tur yetkilileri için bu son derece üzücü bir olaydı tabii, ama yapılacak bir şey de yoktu.

Çünkü Rana'yı bulunduğu herhangi bir ülkede 48 saatin sonunda alışverişe başlamaktan alıkoyacak bir otorite, bir güç bugüne kadar bulunabilmiş değil.

Yemin ediyorum Kenya'da bile yaptı alışveriş. Hatta Masai Mara kabilesinin liderleriyle giriştiği pazarlık, bugün bile o ülkede gece çocukları korkutmak için hikáye olarak anlatılıyor.

Öyle bir durum işte, benim yapabileceğim bir şey yok. Teslim oldum ve olan biteni büyük bir sakinlikle karşılamaya çalışıyorum.

Ama tabii her şeye rağmen o, her yeni alışverişte tamamen orijinal yepyeni bir sorun yaratarak benim sinirlerimi zorlamakta ısrarlı.

O gün de aynen öyle oldu...

* * *

Tur o gün grubu Prag'a iki saat uzaklıkta bulunan Karlovy Vary'ye götürdü.

İçme kaplıcalarının bulunduğu meşhur yer burası.

Plana göre, yürüyüşe kasabanın bir ucundan başlayıp öbür ucundan çıkacağız.

Belirli bir zaman ayırmışlar buna, sonra yemek yenilecek.

Ancak ne yazık ki yolun iki tarafında da mağazalar vardı. Ve o ülkede de biz 48 saatimizi tamamlamıştık.

Yürüyüş başladı. 10'uncu dakikada Rana kayboldu.

Cep telefonundan arayıp yerini buldum.

El işi kolye satan bir dükkándaydı.

Ben kendisini dışarıda bekleyeceğimi, çünkü satıcılarla diyaloğuna sinirlerimin dayanmadığını söyledim.

Dışarıya çıktım, biraz yürüdüm ve beklemeye başladım.

Aradan BİR SAAT geçti.

Normal tur çoktan tamamlanmış ve herkes öğle yemeğine başlamıştı.

Bir saat, insanın sinirlenmesine bile engel olacak kadar uzun bir zamandı, bunu kabul edin.

Büyük merak içinde dükkánın penceresinden içeriye baktım.

Gördüğüm manzara aynen şuydu: Tezgáhtar iki kız kan ter içinde, panikten açılmış gözlerle bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.

Rehberimiz Emre Demirtaş, Çekçe onlara hiç durmadan bir şeyler anlatıyordu.

Rana ise duvara dayanmış, sanki olay kendiyle ilgili değilmiş gibi korkunç bir ifadeyle bana bakıyordu.

Sanıyorum suratında da müstehzi bir ifade vardı, bunu iyi göremedim, çünkü felç geçirmeyeyim diye aceleyle oradan uzaklaştım.

* * *

Aradan yarım saat daha geçti.

Herkes yemek yerken, birbuçuk saat boyunca, 2 derece soğuklukta, sokakta oraya tedavi için gelmiş bulunan Alman ve Rus yaşlı kadınları seyrettikten sonra nihayet tahammülüm tükendi.

Büyük bir kararlılıkla dükkána girdim, tam bağırmaya hazırlanırken Rana elini, Hitler'in tören kıtasını selamlarken yaptığı şekilde havaya kaldırdı. O, sus demekmiş.

Böyle durumlarda kafam karışıyor. Kriminoloji tarihini okursanız birçok spontane cinayet de zaten bu anlarda gerçekleşmiştir.

Konuşamadığım için ne oldu anlamında kafamı iki yana salladım.

Her alışverişte tamamen yeni, orijinal ve beklenmedik sorun yaratır dedim ya...

Bakın ne olmuş?.. Kredi kartını çekmişler. Onay gelmiş. Dükkánda kalacak satış fişi makineden çıktığı halde müşteriye verilecek fiş çıkmamış.

Satıcı kız işlemi iptal ettirmek isteyince de bankayı düşürememeye başlamış.

Nakit de alamıyor, bize fiş veremediği için krediyle işlemi de tamamlayamıyor.

Korkunç bir durum yani.

Gittim karımın yanına, onu yanaklarından öpüp rutin krizleri bir aşama daha geliştirdiği için tebrik ettim.

Sadece dört günlük vizemizin olduğunu hatırlatarak, tutuklanırsak Çek polisine olan biteni onun anlatması gerektiğini söyledim.

Sonra dışarı çıkıp, arkadaşım İ.‘The Plexiglass'B.'yi buldum.

Beraber bıçak türü aletlerin satıldığı bir dükkána girdik.

Kendime 200 bin voltluk elektrik akımını düşük amperden insan vücuduna veren ve palto üstünden bile geçici inme yaratarak insanı üç saat kadar bayıltan Stun-Gun aldım.

Şimdi bunu üzerinde deneyeceğim bir kişi aramaktayım.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Yazarın Tüm Yazıları