Yumurtanın sarısı

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Selahattin Duman, Sabah Gazetesi'nde geçtiğimiz cuma günkü yazısında bana ‘‘yumurta gibi çocuk’’ demiş...

Neden böyle dedi bana diye düşünenlere yardımcı olmak için kısa bir özet vereyim.

Sabah’ta Hıncal Uluç, Selahattin Duman ve Mehmet Barlas arasında süren kavgayı kıskanmıştım ya... Kendime de benim gazetemde şöyle gönül rahatlığıyla kavga edebileceğim bir muhatap arıyordum ya...

Selahattin Duman bana bayağı acımış.

Ona bir gün yaptığım ‘‘fiziksel anlamda kavga etmeyi bilmediğim’’ itirafından yola çıkarak benimle iyice alay etmiş.

***

Doğrudur, ben Selahattin Duman'ın anladığı anlamda kavga etmeyi bilmem.

Yani beni İstanbul’da veya Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir kavgaya sürün mutlaka ama mutlaka mükemmel biçimde dayak yerim.

Bunun da bir nedeni var.

Ben New York sokaklarında büyüdüm...

Şimdi denilecek ki ‘‘Ne var yani, İstanbul’da da ne sokaklar var, New York onların yanında güvenlik açısından düşkünler evi gibi kalır.’’

Doğrudur, bir diyeceğim yok buna.

Ancak mesele başka. New York’ta bir fiziki büyüklük meselesi var.

Şöyle anlatayım; Selahattin ile ben hemen hemen aynı boydayız. Hatta belki o benden bir iki santim de kısa.

Bizim boyumuzdaki insanlar New York’ta cüce olarak kabul ediliyorlar.

Bunu haksızlık olarak görebilirsiniz ama yapılacak bir şey de yok.

Ben bu doğal dezavantajımın son derece acıklı bir şekilde farkına vardım.

New York’ta ilk aylarımda bir gece diskoteğe gitmeye karar verdim.

Detaylara girmek istemiyorum, genç nesile kötü örnek olmak istemem, bir nedenden dolayı içerde tartışma çıkardım.

Selahattin'in tespiti aslında doğru. Normal anlarımda ben gayet efendi ve utangaç bir insanımdır.

Ancak o yıllarımda normal olabildiğim anlar sadece uyurkendi. Uyumadığım saatlerde ise her an sürekli en azından beş duble içki içmiş halde dolaşmayı nasıl olduğunu şimdilerde unuttuğum bir yöntemle başarıyordum.

Neyse, ben tam kavga etmeye hazırlanıyordum ki birden diskoteğin ışıklarında bir kararma oldu.

Elektrik kesintisi New York’ta kolay kolay olmaz, 30 yıldır sadece bir tek kez elektrik kesildi, onda da Rus ihtilalinden sonra yaşanan en ciddi halk ayaklanması gerçekleşti.

Bu nedenle diskotekte elektriğin sönmeye başlamasına oldukça şaşırmıştım.

Bir açıklama da aşırı alkol ve kimyevi madde tüketimi nedeniyle aniden kör olmaya başlamış olmamdı.

Kafamı iyice kaldırdığımda sorunumun kör olmaktan çok daha ciddi olduğunu gördüm.

Çünkü bir adamın belini görmekteydim önümde. Vurgulamama dikkat edin diye tekrarlıyorum, kafamı iyice yukarı kaldırdığım anda adamın belini görebiliyordum...

Bilmem anlatabildim mi?..

Uzun hikâyeyi kısa keselim, bu yaratık beni iki parmağıyla götürüp dışarı attı. Adamın bana yumruk filan atmadığını açıkça söylememe gerek yok, çünkü zaten böyle bir şey olsaydı bugün Hürriyet Gazetesi'nde dördüncü sayfada mutlaka ama mutlaka başka bir insan yazı yazmakta olurdu.

***

O gün aldığım ilk ders Amerikalılarla kavgaya girmemin benim açımdan bir yarar sağlamasının imkânsız olduğuydu.

Bela arıyorum ya, ben de o zaman Amerikalı olmayanlara bulaşma kararını aldım.

Yalnız orada da bir sorun vardı; Amerikalı belalıların en minyonu bizim Kırkpınar ağası gibi olduklarından Amerikalı olmayan belalılar kendilerini korumak için mecburen başka bir yöntem bulmuşlardı.

Darvin kuralları gereği hepsi de baştan aşağıya silahlanmıştı.

Rutin bir Amerikalı olmayan belalının üstünde gündelik olarak gezdirdiği en azından iki adet tabanca, bir muşta, bir adet kama, geçici kör eden gaz ve cop bulunuyordu.

Ben bu gerçeği de yine dramatik biçimde öğrendim. Tamamen başka bir gün, yine tamamen farklı gerekçelerle üniversitenin kafetaryasında gözüme kestirdiğim bir adamı dövme kararını aldım.

Adam Selahattin Duman'dan bile kısa boyluydu ve üstelik Selahattin bile ondan yakışıklıydı.

Adama alenen hakaret ettim. O da buna tepki olarak Porto Riko ulusunun geleneklerine uygun bir cevap verdi ve cebinden çıkardığı 20 santimlik sustalıyı masaya sapladı.

Ben de özür diledim ve eve gittim

***

Amerika’da kavga edebileceğim tek millet Türkler kalmıştı.

Orada da hayal kırıklığına uğradım. Aslında başta işler iyi gidiyordu. Türk filmi oynatan bir sinema salonunu ‘‘Devrim Uğruna’’ üç arkadaşımla birlikte basmıştık.

Tam amaçlarıma ulaşacakken bir ‘‘faşist’’ beni atkımdan sürüklemeye başladı. Onu hallederdim çünkü cebimde bakır toplar vardı da, kız arkadaşım işe karıştı ve beni kurtarmak için atkıyı öbür ucundan çekmeye başladı.

Boğulmaktan polis müdahalesiyle kurtulduktan sonra Türkler'le de kavga etmekten vazgeçtim.

***

Selahattin'in böylesine handikaplarla dolu bir hayatı olmadığından kendisini kavgacı sanıyor.

Onun gençliğinde Türk ırkı daha henüz son yıllarda yaptığı atılımı yapmamıştı.

Ortalıkta ne sarışın kadınlar vardı, ne de uzun boylu adamlar.

Türkiye’de basketbol oynanması kanun hükmünde kararnameyle yasaklanmıştı ve üstelik Selahattin sokağa çıktığında fidan boylu muamelesi görüyordu.

Bu nedenle de kendisini güçlü bir insan olarak algıladı. Bu iş hoşuna gitmiş olmalı ki şimdi aynı taktiği futbol sahalarına taşıdı.

Haftanın dört günü futbol oynuyor, ancak rakip takımdaki adamların hemen hepsi 1950 yılında jübilesini yapmış kişilerden seçilmiş durumda.

Ve Selahattin Duman doğal olarak sokakların olduğu gibi, o sahanın da yıldızıyım diye dolaşıyor etrafta.

Yazarın Tüm Yazıları