Paylaş
ANLADIĞIM kadarıyla bu hükümet Ulusal Program kavramıyla, ‘‘Türkiye sınırları içinde uygulanacak’’ bir programı kastediyor.
Gerçi yetkililer bunun farklı anlamlar taşımasını, hatta bizim ‘ulusal’ lafını duyunca hislenerek ağlamaya başlayıp, saygı duruşuna filan geçmemizi istiyorlar ama...
Kime sordularsa ulusal'ın ne anlama geldiğini, o yetkili ıkındı, kendini zorladı ama bir türlü bunu milliyetçi duygularımızı tatmin edecek şekilde tarif etmeyi başaramadı.
Yani herkesin içi rahat olsun, Bülent Ecevit Yunanistan'ın kambiyo rejimine, Bulgaristan'ın gelirler politikasına, Irak'taki vergi rejimine filan müdahale etme aşamasına gelmiş durumda değil henüz. Biraz daha zamana ihtiyacı var bu tür girişimlerde bulunmak için.
* * *
Yo! Derviş My man!
Madem ki ulusal program hazırlayacaktın, şu memlekete cumartesi gecesi dönseydin ya babam!
Pazartesi sabahı saat 6.30'da başlayacak ‘ulusal’ program oluşturma çabalarının ‘piyasalar açılmadan önce’ (bu lafı çok seviyorum onun için tırnak içine aldım, bunu dışında semiyotik anlamlar yüklemeyin diye söyleyeyim dedim) bitebileceğini nasıl düşündün bilemiyorum ki?
Bu memleketin meseleleri o kadar fazla ve karışık ki 12 Mart 2001 tarihinde piyasalar açılmadan önce yetişebilecek, Türkiye'yi kurtaracak ve hatta ulusal bile olabilecek bir programın hazırlığına normal olarak 11 Eylül 1980 tarihinde başlanmalıydı. Bilmem anlatabiliyor muyum? (Bu son cümlede müthiş bir yakın tarih sosyolojisi var. Vallahi bazen kendimi çok takdir ediyorum, bunu da bilin istedim.)
* * *
Evet Derviş babaya YO! diye hitap ettim, çünkü genel yayın yönetmenimiz Ertuğrul Özkök'ün -ki kendisi bir zamanlar Köylü Derneği asil üyesiydi- dün atmış olduğu başlık beni de etkiledi.
Evet aynen ‘Bir Amerikalı Gibi İşe Başladı’ Derviş baba. Sabah saat 6.30'a toplantı koydu. Onun için YO! ona.
Bilmiyor vatan gerçeklerini zavallı adamcağız, zamanla öğrenecek tabii ve bir daha da o saatte toplantı katiyen yapmayacak.
Bu memleket sınırları içinde -ki ulusal sınır da diyebiliriz buna ve yazıda diyalektik bir bütünlüğü de böylece sağlarız- hafta sonundan sonraki ilk gün saat 6.30'da kafası çalışabilen bir Allah'ın kulunu bulmak imkánsızdır.
Gerçi cuma günü de bu tür adam bulmak zor etrafta ama o konuya şimdi girmek istemiyorum.
* * *
Nereden mi biliyorum başlığı genel yayın yönetmeninin bizzat attığını. Çünkü o Amerikalıların o saatte çalışmaya başladığını kendi gözleriyle gördü.
Eski mutlu günlerimde ben Washington'da çalışıyor gibi yapıp yaşarken genel yayın yönetmeni sık sık ziyarete gelirdi.
O zamanlar daha o sırlarını açıklamamıştı, eskiden bir Köylü Derneği'ne üye olduğunu henüz bilmiyordum, o nedenle de kendisini zevkle ağırlıyordum.
İyidir, hoş adamdır genel yayın yönetmenim ama uyku denilen kavramdan pek hoşlanmaz.
Bir keresinde yatmadan önce ‘Haydi sokağa çıkıp biraz dolaşalım’ dedi. Saat sabaha karşı 5.30'du.
Köylü Derneği möylü derneği, ne yapacaksın be kardeşim, maaşımı o veriyor, çıktık tabii tıpış tıpış.
Ben hayatımda bir Amerikan şehrini o saatte ilk kez gördüm.
Gerçi ondan önce de o saatlerde sokaklarda olduğum olmuştu, ama hepsinde körkütük sarhoş olduğumdan bulunduğum mekánı görememiştim.
Dışarı çıkar çıkmaz genel yayın yönetmenim ve ben bir anda paniklemiştik.
O bana ‘Sokaklar neden bu kadar kalabalık?’ diye sordu. Ben de ona ‘Herhalde bir deprem oldu, biz fark edemedik, millet korkudan sokağa çıkmış’ dedim.
Meğerse ahali o saatte cimnastik salonlarından dönüyormuş, hemen hazırlık yapıp işlerine gideceklermiş.
Genel yayın yönetmenim bunu öğrenince bana dönüp, ‘Ben senden de bundan sonra böyle bir çalışma performansı bekliyorum’ dedi. Ben de ona ‘Oh sure, tabii tabii, no problem’ dedim.
Sonra eve çıkıp birlikte bir kovboy filmi ‘daha’ seyretmeye başladık.
Uzun hikáyeyi yarıda keseyim, demek istediğim genel yayın yönetmeni Amerikalıların nasıl çalıştıklarını bilir, o nedenle de dünkü başlık pek güzeldi ya!
Dokunmayın ağlarım ha...
Paylaş