Paylaş
Marksist düşüncenin en büyük dramlarından bir tanesi, teoride anlatılan insan tipi ve insani ilişkileri pratikte hiçbir zaman gerçekleştirememesidir.
Zaten 20'nci yüzyılda bütün sosyalist rejimlerin çöküş anına kadar hiç durmadan ‘‘sosyalist birey’’i yaratmakla uğraşması da, bu eksikliği giderme yolundaki hiç bitmeyen çabanın sonucudur.
Teoride anlatılan sosyalist birey, aslında çok da olumlu nitelikleri olan bir insandır.
İnsanın tüm yaşamını hem teoride anlatılan şekilde yanlışsız yaşaması, hem de tüm ilişkilerini ‘‘doğru’’ temellere oturtması gayet tabii ki en azından yazılı metinlerde şık görünen bir olaydır.
Ancak ne reel sosyalizm yani 20'nci yüzyılda var olan sosyalist ülkeler, ne de kapitalist sistem içinde sosyalizm adına mücadele eden ülkelerdeki hareketler, teoride kolay anlatılan bu bireyi yaratmayı başarabilmişlerdir.
*Ê*Ê*
Bunun kolay bir iş olmadığı açıktır. İnsani ilişkilerin çok daha yumuşak temellere oturtulabildiği ileri kapitalist ülkelerde bile ‘‘sosyalist birey’’in pratikte kendini nasıl farklılaştıracağı pek açık değildir.
İnsani ilişkilerin tarihi gerekçelerle çok daha fazla sert olabildiği -aralarında Türkiye gibi ülkelerin de bulunduğu- azgelişmiş ülkelerde ise sosyalist bireyin ne anlama geldiği çok daha belirsizdir.
Yanlış anlamayın, teoride bir belirsizlik yoktur. Nasıl ki Marksist el kitapları tarihi gelişmeyi 50 sayfa içinde özetleyip bitiriyorlarsa, sol bireyin nasıl olacağı da en fazla 20 sayfalık el kitabı konusu olurdu olsa olsa. Ama Türkiye gibi vatandaşlarını hemen her gün çeşitli travmalara muhatap edebilen bir ülkede ‘‘bilinçli insanlar’’ın işinin Batı'dakinden kat be kat daha zor olduğu da açıktır.
*Ê*Ê*
Ben, sol düşüncenin katiyen bitmediğini ve hatta çok daha parlak bir geleceğe de sahip olduğuna inanıyorum.
Ancak bu olası geleceği yakalamak için sol düşünce içinde yer alanların hem kendi yaşamlarını, hem de geçmişte kurulan ilişki türlerini eleştirme niyetinde olmaları gerekmektedir.
Özellikle tüm dünyada sol kesimde var olan hastalıklar 1970'li yıllardan itibaren Türk solunda da uç noktaya çekilmiş, kendilerini ahlak ve bilinç açısından öteki insanlardan üstün gören sosyalistler, bu üstünlük hissinin verdiği gazla sosyalist olmayan insanlarla kurabilecekleri güzel ilişkileri de tek taraflı olarak bozmuşlardır.
Ben Türkiye'de birkaç istisna dışında sol düşünce içinde yer alıp da bireysel ilişkilerinde tepkici, itici, kavgacı ve kindarca talepkár olmayan insana rastlamadım.
Üstelik bu insanlar teorik düzeyde eşitlik, ahlak ve özgürlük gibi kavramlarla konuştukları için tavırları çok daha itici ve sevimsizdir.
Bunların çoğu, kendi olumsuz tavırlarına teorik kılıflar da giydirerek teoriye büyük darbeler vurduklarının katiyen farkında değillerdir.
*Ê*Ê*
Dün Fatih Altaylı çok güzel yazdı, Yılmaz Güney'in gerçekte ne anlama geldiğini özetledi.
İşin ilginç yanı, Yılmaz Güney'in bireysel yaşamındaki yanlışlarının memleketimizdeki sol düşüncede itibar görmesi ve onun teoride anlatılan ‘‘sosyalist birey’’in neredeyse gerçek yaşamdaki saf hali şeklinde sunulmasıydı.
Bunu yapmayan ve entelektüel onurunu koruyarak Güney'i bir yere oturtmaya çalışan sosyalist düşünce insanları ise ‘‘teslimiyetçilikle’’ suçlanmışlardır.
Güney sadece bir lumpendi. Yaşam ideolojisi de yaratsa yaratsa ancak lumpen sosyalistler yaratabilirdi, zaten de öyle oldu.
Sol düşüncede bir zamanlar (ben de dahilim buna) tapılan ARKADAŞ filmi, bence film tarihinde insani ilişkiler hakkında en acımasız, en tehlikeli ve en yanlış mesajları veren filmdi.
Emeğiyle para kazanan orta sınıf insanlarına karşı kin yaratan, silaha tapan, kişilere uzaktan haince bakan insanları Türkiye'nin geleceğinin sahipleri olarak sunan bu film, normal bir ülkede bence sosyalizmin yüz karası olurdu.
Sol düşünce gerçekten de insanın dünyasını açan güzel sözlerle doludur, ancak bizim memlekette bu güzel sözlere sahip çıktığı iddiasıyla ortaya çıkan insanların büyük bölümü lumpen olmaktan ne yazık ki hálá daha kurtulamadılar.
Paylaş