Paylaş
19 Mayıs 1999'da Amerika'da ‘‘Yıldız Savaşları’’nın yaratıcısı George Lucas'ın yeni filmi gösterime girdi.
Tarihi bilhassa yazdım, çünkü o gün, dünya sinemasının ikinci kez geri gidişinin başladığı gün olarak anılacak ileride.
İlk geri adım da, George Lucas'ın ‘‘Yıldız Savaşları’’ 1977'de gösterime girdiği gün atılmıştı.
Aslında bu George; Martin Scorsese, Brian De Palma, Spielberg, Paul Schrader, John Milius, Terence Malick gibi dev sinema adamlarının kuşağındandı.
Onlar insan ruhunun karanlık dehlizlerini irdeleyen, zor filmlere imza atarken George teknolojik oyuncakların öne çıkarıldığı, kötü işlenmiş masallarla zengin oldu.
Filmleri büyük para kazandığı için de Hollywood, artık onun yaptığı gibi sudan filmler talep etmeye başladı.
Zor filmler, izleyiciyi zorlayan filmler öldürüldü.
George'un yarattığı ideoloji bence film sanatına ağır darbe vurdu.
***
Şimdi yeni filmle ortaya çıkıyor George Lucas.
Ortaçağ masalını bilimkurguya ayarlayan yeni film ‘‘Critic-Proof’’ olarak adlandırılıyor.
Yani eleştirmenler filmi kötü buldular, ama onların ne dediği önemli değil. İzleyici hastalıklı bir iştahla bu filmi görmek için deli oluyor.
Filmin yan ürünlerle birlikte milyarlarca dolar para kazanacağı çok önceden planlanmış durumda. Bunun nasıl yapıldığını, tüketicinin yıllar boyu süren bir plan çerçevesinde nasıl programlandığını pazar günkü yazımda anlatacağım sizlere.
Burada önemli olan şu: Filmi görmek için sıraya giren kalabalıkların fotoğraflarına bir bakın.
Çocuklar azınlıkta. Daha çok orta yaşlı olduğu halde çocuk gibi giyinmiş olan ve büyük bir ihtimalle de zekáca çocuklukta kalmış olan büyükler var bilet sıralarında.
İlk Yıldız Savaşı filmi 1977 yılında gösterildi.
Aradan 22 yıl geçti.
Bu arada ne olduğunu bilet sırasındaki bir vatandaş bakın nasıl anlatıyor:
‘‘Arada evlendim. Çocuklarım oldu. İş hayatında zorluklarla karşılaştım, onu düzeltmek için uğraştım. Şimdi her şey yolunda. Çocuklar da büyüdü. Hayat, müdahalede bulunarak Yıldız Savaşı ile eskiden olduğu gibi ilgilenmemi engellemişti. Şimdi artık eski tutkuma geri dönmeye hazırım.’’
Gördünüz değil mi, adam gerçek yaşamı sadece kendisine yapılan bir müdahale olarak görüyor. Onu bir kenara ittiğinde ise Yıldız Savaşı'na kavuşuyor.
İlginç bir kitle psikolojisi işleyişi ile karşı karşıyayız, bu kesin.
***
Gerçi biz de zamanında Yıldız Savaşı filminden çok etkilenmiştik.
Ben hatırlıyorum da Genel Yayın Yönetmeni olmadan önce Ertuğrul Özkök -ki kendisi son 100 yılın en seksi erkekleri listesine 11'inci sıradan hem de Antonio Banderas'tan bile ön sırada girmeyi başarmış kişidir- bu filmden nasıl etkilendiğini anlatır dururdu.
Hatta o kadar etkilenmişti ki bir ara kendisini ‘‘Obi Wan Kenobi’’ zannetmeye bile başladı.
Abartmıştı olayı. Bazen ona bir şey sormak için ‘‘Ertuğrul Bey’’ diye cümleye başlayacak olsam beni bir el hareketiyle durdurur ve ‘‘Lütfen bana Obi de’’ diye konuşurdu.
Sonra zaman zaman ‘‘Güç benimle birlikte’’ (The force is with me) diye de bağırdığı olurdu.
Bağımsız yorumcular, onun Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği'ne atanmasında bu ‘‘Güç benimle birlikte’’ diye konuşmasının da büyük katkıları olduğunu belirtiyorlar.
***
Dediğim gibi bütün bunlar olurken o henüz daha Genel Yayın Yönetmeni değildi.
Ben de gazeteci değildim.
Ama ileride aramızda yaşanacak sorunların, hayatta bana nasıl davranacağının ilk işaretlerini taa o zaman vermişti.
Bir gün bana bir şey anlatıyordu. Konuşmasını ‘‘Bilmem anlatabiliyor muyum R2-D2’’ diye bitirdi.
O günlerde kendisine Obi Wan Kenobi denilmesini talep ettiğinden ona konuşmalarında ne demek istediğini sormaya korkuyorduk.
Ben filmi de henüz seyretmemiştim.
R2-D2'nun ne olduğunu anlamak için mecburen gittim, izledim filmi.
Beni, emirleri tartışmadan uygulayan bir robot olarak görüyordu.
Aslında o gün gazeteci olma hevesinden vazgeçmeliydim ama olmadı işte, ne yapacaksınız ekmek parası (veya iki adet Chateau Margaux parası).
***
Genel Yayın Yönetmenliği'nin ilk yıllarında da sürdü bu tutumu.
Örneğin, rakip gazete yöneticilerinden bahsedeceği zaman onlara ‘‘Dart Vader’’ diye hitap ederdi.
‘‘R2-D2, şu haberi sen niye atladın, bak başka gazetelerde var’’ diye çok bağırdı bana.
Sonra hayat ona da müdahale etti.
Hayallerini unuttu. Bana sadece Amerikan plantasyonlarında patronların kölelere hitap etme şekli olan ‘‘Boy’’ (oğlan) diye seslenmeye başladı; R2-D2'yu da unuttu.
Ancak değişmeyen tek bir şey var:
‘‘Güç’’ hálá onunla birlikte. Dolayısıyla bu ‘‘Boy’’ olayının hesabını sormak için daha beklemem gerekiyor.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş