ANLAYANLAR anladı, anlamayanlar için bir defa daha tekrar edeyim.
‘‘Taşralı zihniyet’’ kavramının, bir mekánla alakası yoktur. Dolayısıyla İstanbul dışında doğmuş olanların bu kavramı her duydukları an dövünmeye başlamalarına, acılar çekmelerine, ‘‘Vay bizi küçük görüyorlar’’ diye arabesk hüzünler ve öfkeler yaşamaya başlamalarına gerek yoktur.
Bu bir zaman kaybıdır, lüzumsuzdur ve yanlıştır.
Böyle şeyler bizim insanımıza özgü olan acı çekmekten keyif çıkarma alışkanlığını tatmin etmekten başka da bir işe yaramaz.
‘‘Taşralı zihniyet’’ Batı'da esasen sınıfsal bir kavramdır, Türkiye'de ise sınıflar üstü bir kavramdır çünkü her sınıfta bu zihniyeti taşıyan insan bolca vardır.
Bunun anlaşılması önemlidir, çünkü modern bir Türkiye'ye ulaşma çabasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi taşralı zihniyetin bu toplum üzerindeki mutlak hákimiyetidir.
Onun için bu kavramdan yola çıkarak rasyonel tartışma zeminini yok etmeye çalışanlara, hedef şaşırtmaya uğraşanlara lütfen kanmayın.
***
Taşralı zihniyet yereldir, küçük çıkarlar peşindedir, ülkeden çok kendi küçük dünyasının çıkarlarını düşünür.
Cehaleti yeniden üreten bir oyun alanı vardır taşralı zihniyetin.
Türkiye'deki her partiye hákim olan popülist anlayışın en sevdiği oyun alanı budur çünkü ‘‘yalan vaatler’’ o alan içinde hep kabul görür, hiç sorgulanmaz.
Taşralı zihniyet kendi küçük dünyasına kapanıp kaldığı için ‘‘makro’’ hiçbir şeyi sorgulayamaz, hep ‘‘mikro’’da kalır.
Bütün bunlar demokrasinin doğal bir sonucudur, bunlar her ülkede vardır, hep olacaktır ve yerel çıkarların savunucuları da hep siyasetin içinde olacaklardır.
Ancak var olan demokrasi sadece bu sistemden oluştuğu zaman, bunun dışında bir açılım alanı olmadığı zaman felaketler başlar.
Çünkü gerçek demokrasi, gerçek bir piyasa ekonomisi, gerçek bir sosyal devlet bu açılım alanının var olmadığı bir ülkede katiyen var olamaz.
Sorunu tespit edelim ki bu açılım alanını nasıl yaratabiliriz onu düşünmeye çalışalım.
Yoksa sorunu tespit etme çabasının daha başlarında ‘‘Küçük gördükleri halkı siyasi sistem dışına çıkarmaya çalışıyorlar’’ diye tavırlar alınırsa küçük dünyaların kısırdöngüsü hiç kırılamaz ve Türkiye de hep ikinci ligdeki, üçüncü lige düşmeme çabasıyla vakit harcayan bir ülke olarak kalır.
***
Gelin bir konuda yalan söylemeyin. Türkiye gibi halkın büyük bölümü fakir ve cahil bıraktırılmış, dünyadan kopuk, doğal olarak sadece yerel çıkarlarıyla ilgili, yeniliğe kapalı ve yenilikten korkar durumda olan bir ülkede, aynı zamanda hákim siyasetçiler de bütün kariyerlerini bu hákim taşralı zihniyeti sürdürmek üzerine kurmuşlarsa sadece bu sistem içinde kalınarak çıkış yolunu bulmak mümkün değildir.
Demokrasi her şeyi halleder, merak etmeyin demek sorunu baştan savmaktır.
Halkın eğitim düzeyi yükselsin, para da kazansın diye bekleyecek de halimiz yok, çünkü Türkiye'nin buna vakti yok. Ayrıca var olan hiçbir partinin bu mutlaka yapılması gereken işi yapmaya niyetleri yok, böyle bir program ve vizyon da ortaya koymadılar.
Eşit oy hakkına dayalı bu sistem sadece bir kısırdöngü üretmektedir ve Türkiye'yi de kısırdöngüye mahkûm etmektedir.
Bu sistemin kapalı kanallarını açmak için adımlar atmak gerekiyor.
***
Türk siyasetini taşralı zihniyetin tahakkümünden kurtarma yolundaki en parlak fikirlerden bir tanesi Turgut Özal'dan gelmişti.
Özal,‘‘Türkiye milletvekilliği’’ diye bir kavram ortaya atmıştı. Belirli bir bölgeden seçilmeyecek, dolayısıyla yerel seçmeni olmayacak, dolayısıyla da ülke için büyük düşünmeye vakti olacak bir parlamenter grubu düşlüyordu Özal.
Yanlış hatırlamıyorsam 100 adet olması gerektiğini de düşünüyordu bu Türkiye milletvekillerinin.
Türkiye milletvekili olabilmek için aranacak şartlar da normal milletvekili olacaklar için aranan şartlardan farklı olacaktı. Mutlaka yüksek eğitimli, bilgili, birikimli, meslekli, en az bir yabancı dili çok iyi bilen insanlar arasından seçilecekti bunlar.
Bir tür teknokratlar hükümetinin Meclis'e yönelik yansımasıydı yani önerilen.
Özal bunu bir fikir cimnastiği olsun diye değil, çok önemli bir açmazı çözmek için ortaya atmıştı. Tabii kısırdöngünün mekanizmalarından yararlananlar bu fikirden korktular ve onu hayata geçirtmediler.
O gün var olan açmaz bugün krize dönüşmüştür. Türkiye'de bugün büyük bir sistem krizi yaşanıyor.
Yeni bir şey yapılmadığı takdirde kimse sistemsel krizden çıkılabileceğini düşünmüyor ama yeni bir şey söylenince de eskiyi tekrarlamakta bir mahzur görmüyorlar.
Yerelin dışına çıkıp, sadece Türkiye'yi düşünecek zihniyeti bu ülkeye hákim kılmaktan başka bir alternatif yok. Bu kendiliğinden oluşmaz, o nedenle bu sisteme bilinçli, inançlı ve kararlı bir sivil müdahale yapılması ve kanalların açılması zorunludur.