Serdar Turgut: Yeni komplo teorim

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Bordro mahkûmluğumu Washington'da Hürriyet muhabiri olarak sürdürdüğüm günlerde, Pentagon'da çalışmakta olan bir uzmanla arkadaş oldum.

Bu uzman arkadaş o günlerde İran üzerine çalışmaktaydı.

Bir öğle vakti Connecticut Avenue üzerindeki City Lights adlı Çin lokantasında yemek yiyorduk. (O ‘‘kosher’’ yemek zorundaydı ve bu nedenle de işi çok zordu, çünkü derdini Çinli garsona anlatmak zorundaydı. Çinli gayet tabii ki İngilizce bilmiyordu. Arkadaşım ise 7 dile yakın bilmesine rağmen ne yazık ki henüz Çince'yi öğrenmesine sıra gelmemişti).

Bana dedi ki ‘‘Geçen hafta harika bir iş yaptık. İran'a 100 bin adet video kasedi dağıttık’’.

Kasetlerde özellikle California'daki İranlı zengin insanların evleri, yaşam biçimleri, tüketimleri gösteriliyormuş.

Bunları İran içinde dağıtmışlar.

Yıl 1994'tü.

***

Bunu haber olarak New York Times'a yazsaydım, bugün büyük ihtimalle o gazetede haftada sadece iki köşe yazısı yazıp, bugünkünden üç misli filan maaş alıyor durumda olacaktım.

Ama hayır, ben bu haberi Hürriyet'e yazdım.

Onlar da güzel bir değerlendirme yaparak haberi 17'nci sayfadan küçülterek verdiler.

Olayı hayal etmiş olduğumu düşünmüş olmalılar. Halbuki o günlerde yazdığım en çok araştırılmış, üzerinde en çok emek verilen haberim buydu.

Üstelik o yemeğin parasını da gayet tabii ki ben ödedim.

(Neden ‘‘gayet tabii ki’’ dediğimi de şu ana kadar yazı içinde vermiş olduğum minik ipuçlarından anlamadıysanız yapacak bir şey yok...)

***

Bu olaydan tam dört yıl sonra özellikle Ortadoğu'da bir VCD piyasası oluştu.

İkinci bir VCD piyasa ekseni de Çin Halk Cumhuriyeti'ydi.

VCD hem çoğaltımı kolay ve ucuz bir teknolojiye dayanıyor, hem de bunları seyretmek çok ucuz.

İşin ilginç yanı, Avrupa'da ve Türkiye'de VCD işini legal yapan işletmelerde iki-üç yıl öncesinin filmleri ancak bulunabilirken, gayri resmi piyasada Amerika'da bir-iki gün önce oynamaya başlayan filmler bulunabiliyordu.

Hatta birkaç kez, henüz piyasaya çıkmamış filmi master banttan çekim yapıp piyasaya sürmüş olduklarına bizzat şahit oldum. Evde bunlardan birkaç tanesini biz de seyrettik.

***

Christina Amanpour'un İran hakkındaki haberlerini izlerken bu iki, birbiriyle alakasız gibi görülen olay aklıma geldi.

İran'da şimdi insanlar evlerinde hem başka İranlıların yaşamlarını, başka ülkelerdeki imkánları seyrediyorlar...

Hem de son Amerikan filmlerini VCD'den görüyorlar. Ayrıca ‘‘yasak müzik’’ de çok popüler oralarda.

Ben bu iki gelişmede de istihbarat servislerinin rolü olduğuna inanıyorum. Dedim ya bu, arada bir yazdığım komplo teorilerinden sonuncusu.

(Bir gün ‘‘Akbaba'nın Son Günü’’ filmindeki Robert Redford karakteri gibi istemeden de olsa bir komplo teorisinde doğruyu yazıvereceğim, sonra uğraş dur bakalım belayla.)

VCD teknolojisinden kaçak film oluşturmanın bu kadar kolay yapılabilmesi, benim dikkatimi çekiyordu uzun zamandır.

Tarihin belli dönemlerinde, özel grupların illegal davranışlarına resmi güçlerin belirli nedenlerle destek vermesi, en azından göz yumması hiç de az rastlanılan bir şey değildir.

VCD teknolojisinin, özellikle demokrasinin olmadığı iki önemli yerde (İran ve Çin) ortaya çıkması da rastlantı olamaz.

***

Son seçimde ‘‘İran'da bir şey değişmedi’’ diyen bilimsel yazılar da, ‘‘Rejim çöküyor’’ diyenler de olayı biraz abartıyor.

Ancak kim hatalı derseniz ‘‘Hiçbir şey değişmedi’’ diyenlerdir, derim.

Her devrim kültüreldir. Ve kendi kadınının desteğini alamamış hiçbir devrimsel sürecin -türü ne olursa olsun- başarılı olabilmesi mümkün değildir.

İran'da kadınlar ve özellikle genç kadınlar ‘‘özgürce yaşamak, mutlu olmak’’ istiyorlar.

Evet, bu sürece gelinmesinde belki benim komplo teorimde anlattığım şeyler de etkili olmuştur. Eğer öyleyse iyi ki de yapmışlar bu tür operasyonları.

O katı rejimde görünürde küçük delik açıldı. Ancak küçük deliğe rüzgár estiğinde çıkan ses de büyük olur.

Bundan sonra İran'da her şeyin aynı kalması katiyen mümkün değil.

Ha, sonuç ne olur bilemiyorum. Batı müziği dinleyen, istediği filmi seyreden, istediği kitabı okuyan, dans eden bir gençliğe, kadınlara sahip olan İran, kendini hálá daha İslami devlet olarak tanımlamaya devam edebilirse bu ilerde Türkiye için iyi mi olur, kötü mü bunu da bilemem.

Türkiye'de Henry Kissinger türü gerçekçi bir diplomat, bu soruya herhalde ‘‘Hayır, Türkiye için iyi olmazdı bu’’ derdi herhalde, ama bunu da tartışmak gerekir uzun uzadıya önümüzdeki günlerde...

Yazarın Tüm Yazıları