Paylaş
‘WHAT goes up, must come down’ (Her çıkışın bir inişi vardır).
(Blood, Sweat and Tears).
Hayatta herkesin bir ‘‘en kötü durum senaryosu’’ olması lazım.
Hastalık dışında başınıza gelebilecek olaylara karşı hazırlıklı olmak, belirli bir ‘‘dayanma planı’’, ‘‘yıkılmama planı’’ yapmak için gerekiyor bu tür bir senaryo herkese.
Örneğin, ben her güne sanki o gün işten atılacakmışım gibi başlarım.
Hayatta üç kez işsiz kaldım. Bir tanesinde ise 7 ay iş bulamadan evde oturdum.
Zor geçti o günler, ama yararlı da oldu bir bakıma. Dediğim gibi hastalık, sağlık sorunları dışında sosyal yaşamda olabilecek en kötü duruma alışkanlık kazandım.
Uzun yıllardır bir gün tekrar işsiz kaldığımda nasıl yaşamam gerektiğini ince detayına kadar planlamış vaziyetteyim. Şarabı tamamen bırakıp düzenli rakı içme detayına kadar inmiş olan bir plan bu.
Bu planı uygulamam gerekecek mi bilmiyorm? İnşallah gerekmez, ama tabii böyle şeylerin de garantisi yok. Gerekirse bunu uygulamam, o anda neler hissedeceğimi, nasıl yaşayacağımı biliyorum. Bu da beni güçlü yapıyor, öyle hissediyorum.
***
Bence yaşamın en önemli deneyimlerini, insan zor günlerden geçerken kazanıyor.
Örneğin, ben bir gün işsiz kaldığımda en fazla bir ay içinde unutulacağımı, sanki bunca zaman bu köşede hiç yazım çıkmamış gibi insanların kafasından silineceğimi biliyorum.
Sonra bazı sosyal ilişkilerin ve hatta arkadaşlıkların da işsiz dönemde sona ereceğini biliyorum.
Dediğim gibi, bunları daha önce de yaşadım ve bunlar yine olduğu zaman en azından eskiden olduğu gibi şaşırmayacağım, üzülmeyeceğim.
Hatta diyebilirim ki, bunların olacağını bilmek bana tuhaf bir keyif de veriyor; insanlar konusunda okuduğum felsefi metinleri teyit etmiş oluyorum kendi kendime.
***
Keşke Demirel de bu güne hazırlıklı olsaydı. Her çıkışın bir inişi olduğunu o da unutmasaydı.
Keşke o da ‘‘düşmüş’’ olduğu günlerde yaşadıklarından dersler çıkarmış olsaydı.
Dediklerinden, davranışlarından anlaşılıyor ki Demirel katiyen hazırlamamış kendini bugünlere.
Hálá daha siyaset yapmayı düşünebiliyor mesela. Bu siyasetin kendisini seçmeyenlerden bir ‘‘öç alma’’ boyutu içereceği de muhakkak ve bu gerçek onu daha da provoke ediyor.
Demirel ne yazık ki ‘‘Ben yapacağımı yaptım, diyeceğimi dedim’’ deyip, kitaplarına, müzik dinlemeye, karısına, her neyse onu hayata bağlayan şeylere dönüş yapacak güce sahip değil.
Bu da aslında onun en zayıf yanı. ‘‘Siyaset’’, yaşamakla özdeş onun için ve bu nedenle onu sevmeyenlerin eline de büyük bir koz vermiş oluyor, doğal olarak.
***
Çok tuhaf bu durumda olmalsı. Bilmem hatırlar mı ama ben onu, yaşamının en zor günlerini geçirirken tanıdım. Çok da mutlu olmuştum tanıdığımda.
Çünkü ‘‘yasaklıydı’’ ve ben gazeteciliğe yeni başlayan bir muhabir olarak kendisiyle röportaj yapmak için Güniz Sokak'taki evine gitmiştim.
O zaman Demirel çok demokrattı. Herkesle konuşurdu. Her görüşe açıktı. Açıkçası devletle kavgası vardı ve bu kavga onu demokrat da yapmıştı.
Sonra olanlar malum. Gelinen noktada Demirel, ‘‘devlet’’ oldu adeta ve devletle özdeşleştiği andan itibaren de büyük bir hızla demokrat kimliğini yitirmeye, ‘‘demokratik yüklerini’’ tek tek arkasında bırakmaya başladı.
Bu olanlar şaşırtıcı da değildi aslında. Çünkü siyasi yaşama ucundan çıkmaya başladığı ilk günden bu yana geçen 40 yıla bakarsanız, bir değil belki 10, belki 15 ayrı Demirel olduğunu da görebilirsiniz.
Gününe göre değişti Demirel'ler. ‘‘Dün dündür bugünse bugün’’ demek zorundaydı, çünkü bu lafı etmezse kendi kimlik değişimlerini kendisine açıklayacak bir ‘‘yaşam mantığından’’ yoksun kalırdı.
***
Demirel'in milletvekillerinden yeterli oy alamamasının temelinde, iç siyasi çekişme kaygıları oynadı tabii ki. Ancak bunun kadar önemli bir başka etken daha vardı ki, bu da katiyen göz ardı edilmemeli.
‘‘Demokrat’’ olduğu dönemde Demirel'in çekilmiş filmlerine bakın. Vücut lisanını, bakışlarını inceleyin. Bir sıcaklık, bir bağlantı kurma arayışı olduğunu göreceksiniz.
Bir de aynı incelemeyi, kendisinin ‘‘devlet’’ olduğu günlerde çekilmiş filmlere bakarak yapın.
İnsanlarla nasıl el sıkıştığına, kafasını yükselterek nasıl yukarıdan bakmaya çalıştığına, göz bağlantısı kurmamaya nasıl çaba gösterdiğine, bir zamanlar en iyi dostu olan muhabirlere basın toplantılarında nasıl davrandığına bir bakın. Sonuçta, hayattaki en önemli kararlar bile ‘‘insani bağlantılar’’ bağlamında alınıyor.
Demirel son üstlendiği yeni kimliği döneminde, bu bağlantıları tek taraflı bozarak bir bakıma kendi sonunu da hazırlamış oldu.
Paylaş