Paylaş
TAŞINMANIN beşinci günü. Bu kez de terk edilen evde temizlik operasyonu var.
Gün boyu çöp attım.
Bizim evde bu kadar fazla çöp olabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.
Medyanın bu durumdan haberi olsaydı, bizi ‘‘İşte evlerinde çöp toplayan deliler’’ diye afişe ederdi mutlaka.
Bunları uzun zamandır koleksiyon olarak mı sakladık, yoksa bu yığın kendiliğinden mi oluştu bilemiyorum.
Ancak koleksiyon unsuru varsa işin içinde, o zaman ya Rana'nın, ya benim, ya da tercihen ikimizin birden (ama ne olursunuz, yalvarıyorum size ayrı koğuşlara) kapatılmamız gerekecek acilen.
* * *
Nihayet gece oldu.
Koltuk yok, yerde mindere oturduk.
Çatal bıçağımızı son anda bulamasak, tam anlamıyla otantik bir Anadolu köylü ailesi görünümünü vereceğiz.
Allah'tan şarap konusunda tedarikliyim. O gün yazmış olduğum gelir dağılımındaki bozukluk yazısını kutlamak için bir şişe Chateau Margaux açtım.
Chateau Margaux zihnimi açıyor, sosyal çarpıklıklar üzerinde çok daha iyi kafa yorabiliyorum.
İlk kadehten sonra Rana'ya yeni teorilerimi anlattım. Bir süre dinledikten sonra ‘‘Bu ne biçim film Allah aşkına, şu kanalı değiştirsene’’ dedi.
* * *
Değiştirdim. Oradaki filmi de beğenmediğini söyledi, yine kanal değiştirdim.
Bir süre o filme baktıktan sonra, ‘‘Yeni bir dizi varmış ona bakalım’’ dedi, yine dediğini yaptım, kanalı değiştirdim.
Şimdi işin bu aşamasında şu teorik tespitin yapılmasında yarar var.
Televizyon uzaktan kumanda aletinin kumandasını bile elinden kaçırmış bir erkek, sosyal açıdan net anlamıyla sıfırlanmıştır. Bitip tükenmiştir o adam. Sosyal Darvinizm'in utanç kaynağıdır aynı zamanda da.
Bu bilimsel gerçeği zaten hepimiz biliyoruz, bunu tekrar etmek değil amacım.
Benim durumum ise çok daha vahim.
Çünkü Rana'nın her 30 saniyede bir kanal değiştirtmek istediği televizyon, uzaktan kumandalı değildi.
Yani o her film ve dizi beğenmeyişinde, ben askeriyedeki ‘‘Çök’’ komutuna uygun bir şekilde oturmakta olduğum pozisyonu hipopotam çevikliğiyle bozarak, kalkıp yürümek ve kanal değiştirmek zorundaydım.
* * *
Malak gibi yayılmış ve öyle de kalmaktan son derece mutlu olan bir bedenin, hiç durmadan ve istikrarlı aralıklarla ayağa kalkmasını zorlamak hoş bir şey değil.
Öyle ki, bu bedenin kafa kısmı bir süre sonra ciddi olarak atabilir ve kendisine kalkmasını söyleyen diğer bedeni aşırı kanlı bir şekilde ortadan yok edebilir.
Ancak öbür beden bu tehlikenin farkında değilmiş gibi davranıyordu ve açıkça söylemek gerekirse, bu bütün yaşanılan olayı çok daha sinir bozucu yapmaya yetip de artıyordu bile.
* * *
Bende kireçlenme başladığı da kesin; çünkü kalkarken eklem yerlerimden yağlanma ihtiyacını çağrıştıran tuhaf sesler geliyordu.
Bu durumda olanlara tavsiyem, ayağa kalkarken ‘‘Iııııhhhh’’ diye inleyin.
Bu hem arka plan efekti olarak şahane oluyor, hem de içiniz azıcık bile olsa rahatlıyor.
Baktım benim ‘‘Iıııııhhhh’’lara Rana'dan tepki yok. Üçüncü kanal değiştirme işlemini yapmak üzere yolculuğuma hazırlanırken, bu kez ayağa kalkmadım ve emekledim televizyona kadar.
Açıkça söylemek gerekirse, sürünme görüntüsü benim evlilikteki konumuma da pek yaraştı. Alegorik bir mizansen oluştu evin içinde.
Sözlerime son verirken şunu da belirtmek istiyorum.
Başlarım gelir dağılımındaki bozukluğa da, altı milyonluk Türkiye'ye de, Öteki Türkiye'ye de.
Bu memlekete kim ilk kez televizyon uzaktan kumanda aletini getirttiyse, o benim için en büyük insan.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş