Serdar Turgut: Uluslararası operasyonumu açıklıyorum






Serdar TURGUT
Haberin Devamı

İTİRAF etmeliyim ki son bir haftadır yazılarımı aceleyle yazmaktayım.

Çünkü son derece detaylı bir uluslararası operasyona girişmek mecburiyetindeydim ve bunu yaptım.

Şöyle ki; Ertuğrul Özkök ABD'ye gidecekti ve ben ona iki kitap almasını rica ettim.

Şimdi diyeceksiniz ki ne var bunda, gidince bir ara alır getirir bunu.

Onu tanımadığınızdan, bu basit talebin bile sonuçlanması için bir insanın ömrünü tüketmeye yetecek kadar efor harcaması gerektiğini de anlayamamanız doğal.

Kitap istedim ve para da vermedim gayet tabii ki. Ben, Robin Hood'un Türk biçimiyim, zenginden alırım kendime veririm.

Ayrıca ona böyle küçük küçük masraflar yaptırarak Hürriyet'te alamadıklarımı da telafi ediyorum; burada bunu açıkça itiraf ediyorum işte.

* * *

Bu konuyu ilk açtığımda ‘‘Öyle 10 kitap filan isteme, getirmem’’ dedi. Ben de 20 kitaplık listemi yırtıp attım ve sadece iki kitaplık bir liste yaptım.

Ondan sonra da sıkı bir casus romanındaki operasyonları bile aratmayacak operasyonum başladı.

İlk hedefim, kitapların adının yazılı olduğu káğıdı çantasına koymasını sağlamaktı.

Sekreteri ile çok uzun bir ortak çalışma sonucunda bu neredeyse imkánsız olan mucizeyi başardık ve káğıt o çantaya girdi.

Üç gün sonra ABD'den telefon geldi. Kitap adlarının yazılı olduğu káğıt Almanya'da bir otel odasında unutulmuştu.

Şimdi ben bunun unutulma olduğuna gayet tabii ki inanmadım ve anında ABD'ye telefon açarak bunu kendisine de söyledim.

Yani onca káğıt arasında benim káğıt neden çıkarılsın ki Almanya'daki odada? Ve neden sadece o káğıt unutulsun ki, değil mi ama?

Mutlaka bir yazıma filan kızıp gecenin ortasında çantasını açarak, káğıdı yırtıp atmıştır.

Sonra da sinirleri geçici olduğundan, ABD'ye gidince bu sefer üzülüp yeniden istemiştir kitapların adını.

Bunun böyle olduğuna adım gibi eminim.

Gayet tabii ki bunları da söyledim, Washington saati ile saat sabahın sekizinde ve o da bana kızdı. Ama ne yapalım, bu da hayatın parçası olan kaçınılmayacak bir şey işte!

* * *

İtiraf etmeliyim ki, o görüşmede önce bir başka şey daha yapmıştım.

Bizim Washington temsilcisi Kasım Cindemir'i, onlar daha oraya varmadan arayıp, meselenin çok önemli olduğunu ve genel yayın yönetmenini havalimanında ilk gördüğünde kitapları sormasını rica ettim.

Bu aynen olmuş. Düşünsenize, o kadar saat uçuyorsunuz, aklınızda başka binbir türlü dert var ve yere ayak basar basmaz size yöneltilen ilk cümlelerden birisi ‘‘Serdar'ın kitaplarını unutmayın’’ oluyor.

İnsanı nasıl sinir eder kimbilir bu!

Kasım'dan sonra öğrendiğime göre, ilk tepkisi beni artık kesinlikle işten atacağını söylemek olmuş, ama Washington'u görünce sinirleri yatışmış ve vazgeçmiş.

* * *

Operasyonumun bir başka amacı da, bu kitapları genel yayın yönetmeninin kendi parasını ödeyerek almasını mutlaka sağlamaktı.

Olayda yer alan bütün insanları ve Washington'u tanıdığım için kritik aşamalarda hem Kasım'a, hem de Ertuğrul Bey'e telefon açarak bu kitapların parasının genel yayın yönetmenliği makamınca ödenmemesi durumunda getirilecek hediyenin hiçbir manevi değeri kalmayacağını anlattım.

Gazetenin iç işleyişini de az çok bildiğim için, genel yayın yönetmeninin tam yazısını yazdıracağı saatte Haber Koordinatörümüz Nurcan Akad'a telefon açarak, yazısını yazdırmayı bitirdiğinde Ertuğrul Bey'e kitapları kendi parasıyla alıp almadığını sormasını rica ettim.

Yıllardır arkadaşız, Nurcan benim bu tür komplolardaki işbirliği taleplerimi hiç geri çevirmez; aynen söylemiş bunu.

Genel yayın yönetmeninin bunun üzerine söylediklerini arkadaşlar tam aktarmıyorlar bana, ama galiba arada benim aleyhime ‘‘Serdar bana bir gün bir kahve bile ısmarlamadı, şimdi konuşuyor orada’’ lafı da varmış.

Eh insaf. Ona pizza ısmarlama mecburiyetinden kurtulmak için ilk önce Anadolu yakasına taşındım, o da yetmedi şehir değiştirdim yahu.

Bu lafın altında kalmamalıydım ve tabii ki bunun bir yolunu buldum.

Bir anımı hatırladım ve son derece komplike bir yöntemle onun da bunu taa Washington'da hatırlamasını sağladım.

Bir keresinde onun evine yemeğe gitmiştik, pizza ısmarlamıştı. Pizzacı geldiğinde ise yanında bozuk para olmadığı gerekçesiyle bunun parasını da bana ödetmişti.

Bu anekdotu da aktardım kendisine.

Sonunda kitapları arkadaşım Kasım aldı, parasını Ertuğrul Özkök ödedi.

İçim bir ferahladı, sormayın gitsin. Şimdi bakalım bu kitaplar hangi şehrin, hangi otel odasında unutulacak?

Parayı ben vermiş olsaydım kesin bırakırdı onu Amerika'larda bir yerlerde, bundan da emin olun.

Yani kitaplar bir ihtimal gelecek diye az da olsa bir umut taşımalıyım hálá. Gelmese de olsun, para zararı verdim ya ona, oh olsun.

Yazarın Tüm Yazıları