Paylaş
Bir hafta boyunca yurtdışındaydım.
Yazılarımı olanbiteni izlemeden, gazete okumadan yazdım hafta boyunca.
Uzaklaştığım her defasında olduğu gibi yine mutlu, huzurlu, keyifli ve stressizdim.
Sonra geri geldim. Normale dönmem bir dakikadan az zamanımı aldı, çünkü havalimanında gazetelerin manşetlerini gördüm.
Pazar günü bir haftadır okuyamadığım gazeteleri inceleme fırsatım vardı, ama bunu yapmadım. Çünkü üstüne üstlük yazarları okursam buhranımın daha da artacağına emindim.
***
Ben artık Türkiye'ye dönüşlerimde uçağıma hangi kapıdan gireceğime ekrandan filan bakmıyorum.
Gidişlerin bulunduğu bölüme gidiyorum ve salon ne kadar büyük olursa olsun uçağımın kapısını anında tespit edebiliyorum.
Çünkü orada Türkler çoğunlukta oluyor.
Hangi mekánda olursa olsun adedi ikiyi geçen Türk bir araya geldiğinde, o mekánın görüntüsü dünyada başka hiçbir yerde görülemeyecek kadar farklılaşıyor.
Bir kere bizimkiler inanılmayacak kadar gürültücüler. Eğer bir havalimanında hemen yandaki kapıda yaşları 12 ila 16 arasında değişen çocuk-genç grubu varsa ve onların gürültü oranı diğer kapıdaki ahaliden daha az ise, bu o ahalinin tek kelimeyle terbiyesiz olduğunu gösterir.
Kadınlar bağırıyor, çağırıyor. Adamlar ayakta, cahil insanlara özgü anlamsız kahkahalarla gülüyor. Laubalilik akıyor insanların üzerinden.
Sıraya girmeyi de bilmiyorlar. Uçak girişinde bile ön sırayı kaparak mutlu olabiliyorlar. Hele sırada hile yapabilirlerse mutlulukları birkaç misli artıyor.
***
Topluluğun yüzde 90'ı böyle. Yüzde 10'u ise ‘‘Allahım, bu diğerleriyle nasıl olup da aynı ülkenin vatandaşı olduk ki’’ diye düşünerek, işkencenin bitmesini bekliyorlar sessizce.
Bu azınlığın çocukları da son derece terbiyeliler. Anne-babaları onları güzelce eğitmiş.
Diğerlerinin çocukları ise tam anlamıyla bir felaket.
Ben çocuk konusunda uzman değilim. Ancak çocuk eğer terbiyesizse, anne ve babanın da terbiyesiz olması gerektiğini biliyorum.
Birçok ülkeye gittim. Bizimkilerin kılık kıyafetle, saç modelleriyle, kullandıkları kokularla vatandaşlarına benzemeye çalıştıkları ülkelerde çocuklar bir topluluğa girdiklerinde nasıl davranmaları gerektiğini bilirler.
Bizimkilerin büyük bölümü ise tek anlamıyla şımarıklar. Anne-baba da şımarık ve böylece tüm aile çevreye zararlı toplumsal bir felaket olarak yaşayıp gidiyorlar işte.
***
Bunların bir diğer özelliği de kendi davranışlarını katiyen sorgulamamak.
Bütün laubalilikleri, şımarıklıkları, terbiyesizce davranışları onlara normal geliyor.
Böyle davranmayan insanları küçümsüyorlar. Çevrelerindeki insanların kendilerini nasıl da kınayan şekilde izlediklerinin farkında değiller.
Gözlerinde parayı kolay ve anlaşılamayan şekilde hızlı kazanıp da bütün cahilliğini giydiği kıyafetiyle kapatmaya uğraşan basit insanların boş bakışları var.
İşin tuhafı, bunların çocukları da daha o yaşta aynı boş bakışı kapmış durumda. Bu da müthiş derecede üzücü tabii. Anne ve babayı zaten toplumsal anlamda çoktan kaybetmiştik, yeni kuşak da daha şimdiden yitip gitmiş anlayacağınız.
***
Uçakta elimde olmadan konuşmalarını dinlemek zorunda kaldım.
Sadece onların konuşmaları duyuluyor, çünkü medeni azınlık ya bir kitap veya dergi okuyor ya da kendileri gibi efendi olan çocuklarıyla etrafı rahatsız etmeden konuşuyor.
Gerçekten üzülüyor insan, çoğunluğun hangi konulara önem verdiğini, önem verdikleri konuda nasıl, hangi tavırlarla konuştuklarını duyunca, görünce.
Bir siyasetçimiz, İstanbul'un Türkiye'nin ‘‘Creme de la creme’’i olduğunu söylemiş.
Yani ‘‘kremanın kreması’’ymış İstanbul.
Bence İstanbul'un yeni zengin takımı, olsa olsa ‘‘kesilmiş süt’’ olabilir, başka hiçbir şey olamaz.
Aslında lafı söyleyen siyasetçi de sadece ‘‘kesilmiş süt’’ ya, neyse işte.
Paylaş