Paylaş
Geçen hafta İncirlik Üssü'nde yaşanan füze paniğini izledim.
Amerikalılar tabii ki gerekli tedbirleri aldılar.
Kimyasal saldırıya karşı kıyafet giydiler.
Sığınakları hazırladılar ve beklediler.
Bizimkilere baktım, onlar da bekliyordu.
Bir kısmı sürekli olarak havaya bakıyordu. Füzenin gelip gelmediğini böyle tespit edeceklerdi. Geldiğini görünce ne yapacaklardı bilinmez ama bizim halk da böyle karmaşık sorunlarla tabii ki meşgul edilemez. Bir başka bölüm tabii ki dua ettiler. Füzenin gelmemesi için Allah'a yalvardılar.
Yetkililer ise ‘‘bir füze atıldığı yolunda duyumlar olduğunu, ancak bunu HENÜZ teyit ettiremediklerini’’ söylediler.
Hayatta müttefiklik kavramının önemli olduğuna inananlar ise biraz ilerde duran Patriot füzelerini aşırı histen yaşarmış gözlerle izlediler.
Bir gün fırsat bulurlarsa o füzeleri sevip okşamaya da karar verdiler.
***
Bütün bu olan bitenden sonra füze atılmadığı, ilk sinyalin verilmesinden yaklaşık beş saat sonra, akşam saatlerinde netlik kazandı.
Bu bir radyo açıklamasıyla duyuruldu. ‘‘Türkiye topraklarına yönelik bir füze atılmadığı anlaşılmıştır’’ denildi.
Böylece Türkiye'nin en azından büyük şehirlerinden bir tanesinde füze patladığında bunu kesinlikle tespit edebileceği de anlaşıldı.
Sonra tabii bu olay hemen unutuldu ve bir dahaki şüpheli olaya kadar tartışmalar rafa kaldırıldı.
Bunları seyrederken şunu düşündüm.
Örneğin Almanya'da bir kasabayı Amerikan üssünün tam yanıbaşına kursalar.
Ve bu üsten kalkan uçaklar gidip Irak'ı vursa.
Ben eminim ki Alman yetkililer o kasabadaki herkese kimyasal silahlara karşı koruyucu elbiseler dağıtır. Kasabada modern bir sığınak oluşturur.
Ve en basit bir alarmda bile vatandaşlarını oraya toplardı. Bizim yöneticiler ise aval aval havaya bakıyorlar. Yerde duran halka bakmak bile artık akıllarına gelmiyor.
Eskiden olsa en azından onlara şöyle bir bakıp, sonradan unuturlardı onları.
Şimdi ise akıllar ve gözler sürekli havada.
Belki de onlar haklı. Çünkü biliyorsunuz bizim halka bir şey olmaz. AIDS bile olmaz onlar. Ölmezler. Füzeden etkilenmezler. Kimyasal dumanları soluduklarında ciğerleri bayram eder. Ve onların teki bile dünyaya bedeldir.
***
Türkiye'de bazı şeyler katiyen olamaz:
Örneğin her itfaiyeci yandığında yanmaz kıyafet tartışması gündeme gelir.
Bir takım yetkililer ortaya çıkıp bu kıyafetlerin hemen alınacağını söyler.
Ama bunlar alınamaz. Çünkü hemen bazı üçkâğıtçılar ortaya çıkar ve bu tür ihalelere de bulaşırlar. Onların bulaşmadığı yer de kalmamıştır zaten.
Kıyafetlerin yine alınıp, yine dağıtılmadığını biz ancak bir sonraki yangında bir itfaiyeci daha ölünce anlarız. Sonra bu ülkede ambulans ile olay yerine gelen kişiler hasta veya yaralıyı doğru dürüst katiyen taşıyamazlar. Bu mümkün değildir bizim memlekette. Dolayısıyla büyük ihtimalle taşıma yöntemindeki bozukluk nedeniyle yaralılar yolda ölür ve bu ‘Hastaneye yetiştirilemeden öldü’ şeklinde amorf bir açıklamayla kapatılır.
Hoş bu açıklama da başka bir konuyu gündeme getirir. Hastaneye yetiştirilse ne olacak diye kara kara düşünürsünüz.
Yine bu memlekette yetkililer bütçe olanakları el vermiyor diyerek SSK hastanelerinde çalışan ve aslında kahraman olan doktor ve hemşirelere aylık yemek masrafını zor karşılamaya yetecek para vermekte ısrar ederler.
Aynı bütçenin başka yöntemlerle soyulmaya açık olduğuna ve hatta bunun teşvik edildiğine aldırmadan sağlık personeline para vermemekte ısrar etmelerini rasyonel olarak hiçbir sosyal sistemde açıklamaya imkân yoktur.
Ama Türkiye ‘sui generis’tir. O biriciktir. Öyle belirli bir sistem tanımına uymaz bizim memleket.
***
En akla gelmedik konularda Türkiye'nin tuhaflığı ortaya çıkıyor. Örneğin alın polisin zor kullanma mekanizmalarını. Şimdi en azından Türkiye'nin bu konuda dünyanın önde gelen ve hatta birinci derecede başarılı ülke olduğunu düşünürsünüz değil mi?
Ama yanılıyorsunuz!
Çünkü kafanız hep karakolda olanlara takılıyor. Orada işler kolay.
Ama izleyin bir toplumsal olayın filmini.
Şöyle şeyler göreceksiniz. Bir adam veya erkek kaçıyor. Arkasından koşan polisler de ona durmadan vuruyorlar.
Mahalle kavgası gibi. Polis gerektiğinde tekme de atıyor. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Ancak her ülkede zaman zaman polis zorunun kullanılması gerekiyor, bu bugün bir veri durum.
Medeni ülkelerde polis eğitimine bu nedenle çok önem verilir. Polis kaba kuvvet kullanma yetkisine sahip olan kişi olduğundan, bunu bilimsel olarak yapması öğretilir ona.
Ve tek veya iki darbe ile kişiyi yere düşürmeyi öğrenirler. Şiddet kullanmayı iyi bilen kişi de bunu her fırsatta şımarık çocuklar gibi kullanmaz.
Bizimkiler bu işi ‘Vurun Kahpeye’ filmindeki yöntemle yapmaya çalışıyorlar. Gününe, ortamına ve yerine göre değişen ‘Kahpeler’ de bir türlü yere düşmüyor ve sonunda bir azgelişmiş dans gösterisi gibi sürüp gidiyor bu zavallı görünüm.
***
Bırakın bunları, Türkiye'de yarışma programlarının yarım saatte bitirilmesi bile mümkün değil. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş