Paylaş
BUGÜN Türkiye'deki bütün iyi şeylerin olduğu kadar kötü şeylerin de başsorumlusu Turgut Özal'dır.
Özal, Türkiye'ye ‘‘hırsızlığın ve sahtekárlığın’’, özel girişimciliğin olmazsa olmaz bir parçası olduğunu anlattı.
Zaten sahtekárlığa genetik olarak meyilli olan binlerce insan bir günde işadamı kesilip memleketi soydu.
Sonra Özal bir gün durup dururken, ancak nüfusu durmadan büyüyen bir Türkiye'nin güçlü olabileceğini ahaliye anlattı.
Daha fazla çocuk yapabilmek için fırsat arayan, aportta bekleyen ahali bunun üzerine ortalama altı çocuklu haneler yaratmaya başladı.
Zaten kendileri sevimsiz olan insanlar, bir de altı çocuk salınca ortaya Türk sokakları son 20 yılda daha da sevimsiz hale geldi.
Özal bir ara durup dururken, ileride Türkiye'de 2 buçuk adet gazete kalacak dedi. Buna kimse inanmadı, ama o bu proje üzerinde aktif olarak çalıştı ve sonuçta da emeline kavuştu.
***
Turgut Özal'ın yaptığı bir diğer kötülük de, ‘‘özelleştirme’’ kavramında kafa karışıklığını bile bile yaratmak olmuştur.
Hatırlayın, onun daha ilk kez aday olduğu günleri.
Televizyonda ‘‘Köprü satışı’’ tartışılıyor.
Özal cin gibi gözlerle devlet tarafından kurdurulan ‘‘sosyal demokrat’’ partinin başkanına bakıyor.
Özal her ‘‘Ben köprüyü satarım’’ dedikçe, adamcağız ‘‘Sattırmam da sattırmam’’ diyerek sinirden dövünüyor.
Seyreden de sanır ki, yeni yaratılmasına başlanan sahtekár işadamlarından bir tanesi gelip, köprüyü ucuza kapatarak keyfine bakacak.
Ancak mesele öyle değil. Özal hisse senedi çıkarıp, köprü gelirlerini halka açacak; ama bunu mahsus söylemiyor ki kafalar karışsın.
***
Özal'ın etkileri Türkiye'de hálá daha çok güçlü hissediliyor.
TÜPRAŞ olayında bu açıkça görülüyor.
TÜPRAŞ yakında özelleştirilecek. Normal bir durumda hükümet iyi olarak algılanması gereken bir girişim yapıyor ve TÜPRAŞ işçilerine diyor ki, ‘‘Yakında özelleştirilecek şirketin hisse senetlerinin bir bölümünü yüzde 15'e varan imdirimli fiyattan ve taksitle size satalım.’’
Öneriye bakınca, paketin tümünün işçiye fiyatta yüzde 30'lara varan bir indirim sağlayacağı da gözüküyor.
Bu öneri yapıldığı anda ortalık birbirine girdi ve sendika başkanı, üye işçilerin hisse senedi almalarına karşı çıktı.
Bunu gerekçe olarak da ‘‘Özelleştirmeye karşıyız’’ dedi.
***
Aslında birçok iç içe geçmiş sorun var yaşanan bu olayın temelinde ve hemen hepsi de Özal dönemimde başlatılan ‘‘Türkiye'yi değiştirme projesinin’’ bir sonucu.
Baştan ‘‘özelleştirme’’ kavramı ile ‘‘halka açılma’’ kavramı hemen her defasında birbirine karıştırılıyor, sanki biri ötekinin yerine kullanılabilirmiş gibi davranılıyor.
‘‘Özelleştirme’’ kavramının temelinde ‘‘mülkiyet değiştirme’’ olayı vardır. Kamunun elinden çıkan mal özel sektöre geçer o satışta.
Türk devletinin ekonomi literatürüne geçmesi kesin olan cinlikleri, yenilikleri, keşifleri bu tür satışlarda gerçekleşmiştir hep.
Halka açılma ise daha rutin bir olaydır. Kamunun veya sermayeye ihtiyacı olan özel sektörün, hem azınlık hissesi satarak para toplamasına, hem de bunu hisse senedi alanlarda bir ‘‘ortak olmuş’’ illüzyonu yaratarak yapmasına verilen addır halka açılma.
Orada mülkiyet değiştirme olayı katiyen yoktur, sadece mülkiyeti elinde tutanın taze para ihtiyacının sosyal içerikli illüzyonlarla karşılanması olayı vardır.
***
İlk bakışta işçilerin ‘‘halka açılma’’ operasyonuna sadece maddi gerekçelerle karşı çıkmalarına bir neden yok gibi gözüküyor.
Ancak durum böyle değil, çünkü Türkiye'de özelleştirme adı altında devlet öylesine abuk işler yaptı ki, bugün kimse ileride özelleşecek bir kamu şirketine hisse senedi alarak ortak olmayı istemiyor.
Çünkü özelleştirme aşamasında olabilecek tuhaflıklar nedeniyle herkes kendilerine önerilen hisse senedine kuşkuyla bakıyor.
Kimse ileride mülkiyeti değişecek bir şirkete, bugünden sermaye sağlamaya gönüllü değil gibi.
İşçilerin duyduğu rahatsızlığın temelinde de bu var zannediyorum.
Paylaş