BİRÇOK insan bana haklı bir soru yöneltiyor. Madem AKP'nin iktidara tek başına geleceğinden seçime daha üç ay varken bile bu kadar emindin ve bu partinin iktidarına teorik temelini kurmuş olduğun bir destek de verdin, o zaman seçimin hemen ertesi günü neden o yazıyı yazdın diye soruyorlar.
Son derece haklı ve cevaplandırılması gereken bir soru bu. Hatırlatmak için özetleyeyim: 4 Kasım günü ben bu köşede demokrasi oynayarak Türkiye'nin sorunlarının atlatılamayacağını, seçimin bir şeyi değiştirmeyeceğini, yine siyasi buhran kısırdöngüsüne düşüleceğini yazdım.
Kötümser bir yazıydı açıkçası ve daha önceki değerlendirmelerimle çelişiyor gibi gözüküyordu. Ancak durum öyle değil, çünkü o kötümserliğim AKP'nin iktidara gelecek olmasıyla alakalı değildi.
Türkiye'de demokrasinin bir oyun olduğunu düşünmem, kısırdöngüden kurtulmamızın zor olacağını söylemem, ‘‘bizimkilerin’’ yeni iktidara yapmaya kalkışacakları ile ilgiliydi.
Ben ‘‘bizimkileri’’ iyi tanırım, onların bu tür bir iktidara karşı nasıl tavırlar alabileceklerini, ne oyunlar içine girebileceklerini, hangi yaraları kaşımaya kalkışacaklarını, kendilerine uzatılan elleri nasıl geri iteceklerini, nasıl komplocu kafalara sahip olduklarını da bilirim.
O kafa Cumhuriyet'i koruyoruz diye diye koskoca Türkiye'yi çok büyük tehlikelerin eşiğine getirdi, buna rağmen tamamen içgüdüsel olan, düşünce içermeyen tepkilerini hálá daha koymaya hazırlıklı ve ne yazık ki tetikteler.
* * *
Tayyip'e de muamele çekilmeye başlandı sevgili okurlar. Bakışlardan, tavırlardan, cümle aralarına sıkıştırılanlardan bunu anlıyor, okuyabiliyorsunuz. Rahat bırakmayacaklar bunları da.
Ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez, en temel iki sorunumuzdan bir tanesini oluşturan dinin kamu alanındaki etkisi meselesini dünyadaki tüm toplumları kendisine imrendirecek bir şekilde çözme, bu sorunu geride bırakarak ileriye adımlar atma potansiyeli de bu adamlar dolayısıyla yine heba olacak. Benim anlamadığım bir şey var.
Tamam, isterseniz güvenmeyin bu insanlara ama en azından güvenilmeyecek insanlar olduklarını ortaya koymalarını bekleyin. Adamlar bir laf söylüyorlar, bu lafın arkasında duruyorlar, siz de bunu veri kabul edin, bekleyin bakalım ne olacak.
Yalan söyledikleri ortaya çıkarsa o zaman tavır koyarsınız, değil mi ama? Ama yok ‘‘bizimkiler’’ illa da şimdiden sertleşecekler, ortalığı gerginleştirecekler, kavga çıkaracaklar. Ne bu acelecilik, anlamak mümkün değil!
* * *
Türkiye'de dini inanışların kamusal alan ile nasıl örtüşeceği konusunda bir sorun vardır. Bu sorunu yok farz etmekle ortadan kaldıramazsınız.
Açıkça söylemek gerekirse Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümü, dipte, derinliklerde durmakta olan bu sorunu nasıl yok kılarız sorusuna cevap bulmakla geçmiştir.
Çoğunlukla da baskı yoluna gidilmiş ve hem baskıyı yapanlar hem de baskı altında tutulanlar bir arada alındığında memleketin önemli bir kaynağı ve potansiyeli boşa harcanmıştır.
Bugün Cumhuriyet tarihinde ilk kez yok farz edilmeye çalışılmış kesimin içinden çıkmış olan bir gelenek, geçmişe yönelik bir kötü duygu beslemediğini söyleyerek, Cumhuriyet ilkelerine sahip çıktığını söylüyor, karşısındakilere zeytin dalı uzatıyor, yeni bir şeyler anlatıyor, belki de kim bilir orijinal bir sentezin yolunu gerçekten açıyor. En azından bir süre dinlemek lazım, bakmak lazım ne yapıyorlar. Dediklerinin arkasında duruyorlar mı samimiler mi?
‘‘Bizimkilerin’’ de en azından artık kendi tavırları üzerinde düşünmeleri, yeni bir şey söylemeye çalışmaları, sadece karşı olarak, negatif olarak, karşı tarafı yıpratmaya mesai harcamaktan kurtulmaları lazım. Ama yok, bu niyet yok, öyle gözüküyor. Öyle hissediyorum gördüğüm tavırlardan, okuduklarımdan.
* * *
Net olarak söylüyorum bugün gelecek olan iktidar Türkiye'nin önündeki en son fırsattır.
Temel gerçeklerimizi inkár ederek, ülkenin tamamını İstanbul'daki 10 kilometrekarelik alandan ibaret sanarak, süpermarket raflarına bakıp da hayaller kurarak bu ülkeyi yönetmek, ülkeye yön vermek mümkün değildir. Bunu böyle yapmak isteyenlerin memleketi getirmiş oldukları nokta bellidir. Değişmeye direnen zihniyet siyasette, ekonomide ve kültürde iflas etmiş bir vatan bıraktı bugünlere.
14 milyon insanın açlık sınırında bulunması Atatürk'ün kurmuş olduğu Cumhuriyet'in bir utancıdır, geçmişte bu ülkeyi yönettiklerini söyleyenlerin alnındaki bir kara lekedir.
‘‘Bizimkilerin’’ bu aşamada ‘‘Nasıl yaparız da bu iktidarı da çalışmaz hale getiririz’’ diye kafa yormayı bırakıp, sakinleşip, karşı tarafa doğru bir adım atmayı denemeleri gerekiyor.
Çünkü Türkiye'de yeni bir siyasi gerginliğin faturası çok ağır olacak ve insanlar bu kez sorumlulardan hesap soracak. Toplum mühendisi olduğunu sanan her insanın planlarını önüne alıp bir daha düşünmesi lazım, çünkü asıl toplum mühendisliği bugün artık uzlaşma yapılmasını gerektiriyor.
Risklere açık bir döneme giriyoruz, aman dikkat. Herkese soğukkanlılık tavsiye ediyorum.