İNSANLARIN kıymetini bildiğimizi genellikle onların ölümünden sonra açıklarız nedense.
Birçok meslekte bu böyledir, gazeteciler arasında ise genelde kural budur.
Şu işimizi yapmaya uğraş verirken, birbirimize fazla övgü yolladığımız, iyi bir haber okuduğumuzda, iyi bir yazı gördüğümüzde meslektaşı açıp tebrik etmemiz nadiren olan bir olaydır.
Hele bunun herkesle paylaşacak şekilde yapılmasına son derece ender rastlanır.
Bizim meslekte daha çok görüleni kavgalar, tartışmalar ve kıskançlıklar olduğundan hepimiz biraz gardımızı almış şekilde yaklaşırız birbirimize.
* * *
Bende de bu mesleki deformasyon var gayet tabii ki.
Ancak benim ‘‘Türk tarımını Türkiye'ye hatırlatmaya uğraşan fikir adamı’’ olarak tanımladığım Sadullah Usumi'nin ölümü haberini duyduğumda, en azından bir durumda genel davranış kalıplarımın dışına çıkabilmiş, bir değerli insana tüm hızıyla yazılarını sürdürürken hak ettiği ve benim gönülden hissettiğim övgüyü sizlerle paylaşarak iletebilmiş olmaktan dolayı mutluluk duydum.
Kendisiyle sadece bir kez bir televizyon programında ‘‘Öteki Türkiye’’yi tartışırken karşılaşmıştık.
Yazılarından tahmin ettiğim gibi son derece nazik, alçakgönüllü ve konuşacağı konuda tam bilgi sahibi olmanın getirdiği özgüvenle dolu bir insandı.
Yazılarının hemen tamamı ise Türkiye'nin unutulan, unutulmak istenilen insanları üzerineydi hep.
Özellikle tarım sektörünün sorunları üzerine yazmış olduğu her bir yazı derin bir bilgi birikimi içermekte ve okuyana Türk ekonomisinin gerçek işleyiş mekanizmaları konusunda fikir vermekteydi.
Daha bir buçuk yıl önce bunları yazılarımda aynen söylediğim için, bir defa olsun gecikmemiş olduğum için çok mutluyum.
* * *
Modernliği yakalayamamış ülkemiz medya sayesinde 1990'lı yıllarda postmodern dönemine girdi.
Postmodernizm kendi başına abukluklarla dolu bir akımdı zaten, bir de henüz modernizmi yakalayamamış bir ülkede bu denenince abukluk dozu daha da arttı.
Zihinsel yapılarda devrim diye sunulan şeyin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmek için bakılacak en iyi yer büyük gazetelerin ekonomi sayfalarıdır.
1990'lı yıllardaki bütün gazetelerde tarama yapsanız, Türkiye nüfusunun yüzde 45'inin yaşamakta olduğu tarımsal sektör ile ilgili haber bulmanız zordur.
Var olan tarım haberleri ise daha çok büyük şehirlerde alım gücü olan insanların yaşamını etkileyici olabildikleri sürece yer almıştır o sayfalarda.
Modernleşme süpermarkette satılan yeni mal sayısının artışından ibaret sayıldı uzun süre.
Türkiye sadece takriben 7 milyon insanın yaşadığı bir ülke olarak düşünüldüğünden, tüm ilişkiler ve kararlar bu varsayıma göre alındığından haberler de bu 7 milyon insanı ilgilendirdiği boyutuyla ele alındı.
Gazete alıcısı da bu 7 milyon içinden çıktığı için bu belki kendi içinde rasyonel bir ticari karardı ama gelinen noktada görüldü ki insanın yaşamakta olduğu ülkede sürekli bir hayal dünyasında var olmaya çalışması mümkün değil.
Bizler İstanbul veya başka büyük şehirlerdeki ‘‘kurtarılmış yaşam alanlarımızda’’ yaşamayı sürdürmeye ve unutmaya çalışırken bir bakmışız ki gerçeklik de kapımıza dayanmış, kapıyı zorluyor.
Kaçamıyoruz acı gerçeklikten ve aslında kaçmaya çalışmak da doğru değildi, yapılacak, alınacak doğru tavırlar farklıydı ama bu fırsat elden kaçtı ve sonunda 10 yıl içinde dünyanın en hızla fakirleştirilen halkını yaratma başarısını göstererek bugüne geldik.
Şimdilerde ‘‘tepki oyları’’ var diye yorumlar yapılıyor ya, ‘‘Günaydın’’ demek geliyor içimden, ne oyu olacaktı ki başka bu ülkede, tabii tepki olacak.
Zihinlerde sadece tepki var ne yazık ki ve ne yazık ki tepkiler de haklı.
* * *
Sadullah Usumi postmodern yaklaşımın ürünü olan medya yazarlarının pek tuttuğu bir insan değildi.
Bir kez ‘‘sevimsiz’’ konularda yazıyordu. ‘‘Köylüler’’ vardı yazdığı konular arasında, ‘‘tahıl, pamuk’’ gibi kırsal alana özgü şeylerle uğraşıyordu.
Kısıtlı sayı arasında döndürülmeye çalışılan şehirli yaşam tarzına uygun değildi yazıları, rahatsızlık vericiydi, hatırlatıcıydı.
Ama sonuçta gayet tabii ki o haklı çıktı çünkü modern olmanın veri gerçeklikle boğuşmaktan geçtiğini biliyordu, o yılmadan hatırlatmalarını sürdürdü.
Ve 75 yaşında noktalanılan yaşamı hiç de boş geçmedi, üzerine düşeni fazlasıyla yaptı.