Paylaş
MAÇA giden medyanın önemli isimleri bugün geri dönecekler.
İki gazeteci bir araya gelse, daha konuşmalarının birinci dakikasında dedikoduya başlarlar.
Hem de ne dedikodu. Okuyucuların hayatta hiçbir zaman okumayacağı, seyretmeyeceği şeyler konuşulur o anlarda.
Durum böyleyken düşünsenize bir de uçak dolusu gazeteci arasında olup bitecekleri.
Yemin ediyorum içeride konuşulanlar teybe alınsa, üç saatlik yolculuk boyunca en azından 20 filmlik senaryo malzemesi çıkar. Hollywood filminden bahsediyorum, eğer illa da Türk filminden bahsedeceksek film sayısı en azından 200 olur, bu kesin.
* * *
Yani şimdi böyle yazdığıma bakıp da beni yanlış anlamayın... Sanki dedikoduyu sevmiyormuşum gibi bir intiba edinirseniz yanılırsınız bu okuduklarımdan.
Acayip dedikoducu olmaya başladım son yıllarda. Yaş ilerledikçe daha da kronikleşiyor bu durumum.
Gerçi zamanımın büyük bölümünü tek başına bir odada geçiriyorum. Küçük odadan hiç çıkmadan çalışmaya o kadar alıştım ki, günün birinde beni tımarhaneye kapatsalar, yeni ortamımı hiç yadırgamayacağım.
Tımarhanenin şimdiki yaşam koşullarından tek farkı, orada kauçuk kaplı duvarlı odaya sahip olacağım. Tek fark bu, bir de tabii tımarhanenin avantajı, odada kedilerin tuvaletinin bulunmayacak olması. Bunu da unutmamak gerek.
Düşünsenize kimseyi görmeden yaşıyorum, buna rağmen dedikoducu oldum. Bir de her gün ortalama 15 meslektaş ile konuşsam, artık varın siz hayal edin olabilecekleri.
* * *
Az insanla görüştüğüm için ve ayrıca dedikodu yapmam gazetecilikten gelen genetik deformasyonum nedeniyle mutlaka gerekli olduğundan, ben de çareyi sadece arada bir de olsa görüştüğüm insanlar hakkında dedikodu yapmakla buluyorum.
Bu şanssız insanlardan bir tanesi bizim Genel Yayın Yönetmeni mesela. Çoğu zaman onun aleyhine konuşuyorum ve bu da bana inanılmaz bir mutluluk veriyor.
Ona da bu durumu anlattım, ‘‘Üzülme, ben de senin aleyhine konuşuyorum zaten, ödeşmiş olduk’’ dedi, rahatladım.
Bir başka dedikodu hedefim de Hasan Cemal. Gerçi onu senede bir filan ancak görüyorum, ama benim gibi inzivaya çekilmiş olarak yaşayan bir insan için senede bir görüştüğüm insan yakın arkadaş filan demek, bilmem anlatabiliyor muyum?
* * *
Bence dün gece oynanan maçla ilgili en fantastik gelişmeyi birçok insan atladı. Maçtan 24 saat önceye gidelim. Ali Kırca maçın oynanacağı stadyumda gazetecilerle sohbet ediyor.
Bir anda ekranda Hasan Cemal gözüktü.
Birden görüntüler mi karıştı, acaba saha yerine Meclis kulislerinden naklen yayına mı geçtiler diye panikledim. Yani maç yorumları dinleyecek yerde Hasan Cemal'in cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili son analizlerini dinlemek zorunda kalırsam büyük bir ihtimalle intihar etmem gerekecekti, ki bu da son derece yorucu olabilirdi gecenin o saatinde.
Hasan Cemal, benim onu görebileceğim hayattaki en son yer olan bir stadyumun sahasındaydı ve üstelik de kravatı yoktu.
Ne olacak, bir anlamda tatile gidiyor, kravat takması mı gerekir diye sormayın. Yanımda Rana vardı o şahidim; bir cumartesi günü Ankara'ya uçakla gidiyorduk ve uçakta kravatıyla oturan sacece o vardı, bilmem anlatabiliyor muyum?
* * *
Hasan Cemal hayatın çeşitli anlarında beni şaşırtmaya devam ediyor. Çıktı ekrana, maç izleyicisi olmanın yanı sıra eskiden iyi de bir futbol oyuncusu olduğunu açıklayıverdi.
İşte o anda benim için fizik bilimleri tamamen öldü sevgili okurlar.
Geçmişte nasıldı bilemiyorum, ama benim tanıdığım Hasan Cemal öyle fazla ani hareketten fazla hoşlanmaz. Hatta anisini bırakın, hareketten bile hoşlanmazmış gibi durur öyle.
Hasan futbol oynarken ona hangi pozisyonu uygun gördüler bilemiyorum. Antrenör olamadığı için oyuncu olmuştur mutlaka; çünkü antrenörlerin hem hızlı konuşması hem de arada bağırmaları gerekir. Hasan Cemal ise en travmatik olayı son derece romantik bir şiir okuyormuş gibi yavaş yavaş, sindire sindire anlatır.
Bir yanlış karar sonucunda forvet yapıldığını düşünelim. Maçın birinci dakikasında penaltı olsa ve bunu Hasan Cemal'in atması gerekse, o topu hangi köşeye atmanın daha bilimsel olacağını düşününceye kadar 89 dakika geçiverir.
Anlattıklarına göre iki bacağını, bir de kolunu kırmış maç yaparken.
Bu bence bir dünya rekoru; çünkü tüm yaşamını futbol oynayarak geçiren insanların bile bu kadar çok uzvunu toplam olarak kırmaları mümkün değil.
Herhalde bu kırıklar da onun yavaş hareket etmesine sinirlenen kendi antrenörü tarafından gerçekleştirilmiştir, akla başka mantıki bir açıklama gelmiyor.
Paylaş