Paylaş
HOPPA, ne alaka diyeceksiniz şimdi. Avustralya'da takılacak ne var, diye düşüneceksiniz biliyorum.
Ama ben böyleyim işte; olimpiyat Sydney'de ya bu kez, ülke hakkında okumaya başladım doğal olarak.
Fantastik bir yer, yemin ediyorum. Yani bakın şunu söyleyeyim, oraya bir gün mutlaka gitmem gerekiyor, bunu bilin.
Sadece istatistiklere bakarak bile bu ülkeden heyecan duymamak mümkün değil.
Avustralya öyle büyük ve öyle az nüfusa sahip ki, inanılacak gibi değil.
Nüfusu sadece 18 milyon.
Avustralya haritasını Avrupa haritası üzerine koyduğunuzda, Avustralya'nın batıda İrlanda'dan başlayıp doğuda Moskova ve Türkiye'yi içine alarak bittiğini görüyorsunuz. Utanmasa gidip Çin'i filan da içine katacak.
Bizim sadece İstanbul'da bile 18 milyon kişi yaşarken, büyüklüğü bu kadar olan bir ülkede böyle az insan yaşaması bence harikulade abuk bir olay!
Düşünsenize, bu ülke hakkında benim son yıllarda okuduğum en komik kitaplardan bir tanesini yazmış olan Bill Bryson'un belirttiğine göre, dünyada sadece Avustralya'da, bir atom bombası patlatıp bunun sonucunda da kimsenin ölmemesini sağlamaya imkán varmış.
Atom bombası patlıyor, radyasyon oluşuyor, zehir yayılıyor etrafa, ama ne çare ki etrafta tek bir insan olmadığı için kimse ölmüyor.
Anlayacağınız, Avustralya sadece var olmakla bile bir kara mizah olayı halinde!
* * *
Çin Halk Cumhuriyeti'nin nüfusu her yıl 18 milyon artıyormuş. Aynı bölgede bulunan iki ülkeden bir tanesindeki yıllık nüfus artışının diğer ülkenin normal nüfusu olması ve bu ikisinin de bir dünya gücü olmaları da tuhaf bir olay.
Çin'de kilometrekare başına düşen nüfus sayısı 117, Amerika'da ise 76.
Avustralya'da ise bu sayı sadece 6. Macuo'da bu sayı 69 binmiş. Bence Macuo da abuk bir ülke ve ben orayı hemen ziyaret etmeliyim.
Aslında bu istatistikler ülke hakkında yanlış bir izlenim verebilir size, ‘‘Ne olacak yani, kilometrekare başına altı kişi düşüyorsa ülke tamamen de ıssız değilmiş diyebilirsiniz’’ tabii ki.
Ama unutmayın ki bu nüfusun yüzde 86'sı deniz kıyısındaki incecik bir şerit içinde yaşamakta.
Avustralya'da son zamanlarda Amerika'ya özgü bazı postmodern hassasiyetler de ortaya çıktı.
Nasıl Amerika'da ‘‘kölelik tarihi’’ nedeniyle zencilerden özür dileme ve hatta onlara tazminat ödeme gibi fikirler ortaya atılmaktaysa...
Avustralya'da da Aborigine'ler denilen yerlilerden bu şekilde özür dileme, geçmişte onlara yapılan haksızlıklar nedeniyle af dileme gibi modalar var son zamanlarda.
Ancak bu tamamen saçma bir gelişme.
Avustralyalıların başka insanlara kötülük yapma niyetleri veya ırkçılık gibi fena ádetleri yok, demiyorum tabii ki.
Ancak birilerine kötülük yapabilmek için, ırkçı olabilmek için ilk önce aşağılayacağınız ırkı arayıp bulmanız lazım.
Yukarıda göstermeye çalıştığım gibi bu Avustralya'da imkánsız bir şey.
Yani yukarıdaki harita karşılaştırmasını hatırlarsanız, kimse illa da ırkçılık yapacağım diye kalkıp ta İstanbul'dan İrlanda'lara kadar gitmez.
Bu nedenle Avustralya'da öyle anlatıldığı gibi ırkçılık yaşanabilmesi de bence mümkün değildir.
* * *
Anladığım kadarıyla Avustralya'nın iç bölgeleri iyice bir álem.
Gerçi şu ana kadar katiyen içine girilmemiş olan bölgeler de var.
Ancak bilindiği kadarıyla bu iç bölgelerde yaşamakta olan hayvanların içinde en sevimlisi, insan yiyen timsahlarmış.
Nakledilenlere göre, burada öyle hayvan türleri görülmüş ki, bazı bilim adamları böyle bir hayvanın gerçekte var olamayacağını, çünkü Darvinist evrim kurallarının bu kadar feci görünümde bir hayvanın gelişip büyümesine izin vermediğini söylüyorlarmış.
Bu gerçek de aslında yüzyıllar boyunca bu bölgelerde yaşayan ve sonra son yıllarda postmodern Amerikan kökenli duyarlılık modası nedeniyle şehirlere transfer ettirilen yerlilerin de nasıl olup böyle çirkin olabildiklerini açıklamaya yetiyor.
Onların o kadar vahşi ortamda var olabilmelerinin tek yolu, sürekli daha da büyük bir çirkinliğe doğru evrilmeleriydi.
Evrile evrile öyle bir noktaya geldiler ki, ormandaki en vahşi ve acımasız hayvan bile bu insanları gördüğü anda onlara acıyor ve yemekten vazgeçiyor.
Gördüğünüz gibi tabiatta her olayın, her sonucun bir rasyonel açıklama şekli de var.
Sonuç olarak şunu da söylemeliyim: Dünya nüfusunun yüzde birinden az nüfusa sahip olan bir ülke, dünyada var olan ve tek kollu canavar diye adlandırılan şans oyunu makinelerinin yüzde 20'sini neden sınırları içinde barındırıyor, bence bunu da anlamak katiyen mümkün değil.
Paylaş