Paylaş
Tamam tamam ‘Operet’teki gece dizime bugün son veriyorum. Son üç gündür bana tahammül eden bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına, yavru vatan Kıbrıs'taki Türklere, dış temsilciliklerimizdeki vatandaşlarıma ve ayrıca Acaristan hükümet yetkililerine çok teşekkür ederim.
Beni anlayışla karşılayın lütfen.
Bir insan yılda 500 adet yazı yazmak zoruda kalırsa eline geçirdiği malzemeyi de sonuna kadar sömürmek zorunda kalır tabii ki.
Eleştirmek kolay, kolaysa siz üç tane üst üste mektup yazın da göreyim bakalım.
*
Rana'nın kapanmayan cep telefonunu kaba kuvvet kullanarak parçaladıktan sonra nihayet tüm dikkatimi operete verebildim.
O anda da başka bir şey fark ettim.
Rana'nın hayatta benim dikkatimi sürekli dağıtmasının belirli bir yararlı yanı da varmış.
Onun sürekli gündeme getirdiği lüzumsuz bir detayla uğraşmak zorunda olduğumdan kendi kendime yaratabileceğim lüzumsuzluklara vakit kalmıyor.
Bu da çok iyi bir şey aslında çünkü operete dışardan hiçbir müdahale olmaksızın tam konsantre olduktan beş dakika sonra acilen Almanca öğrenmem gerektiğine karar verdim.
Bu köşeyi az çok sürekli okuyanlar benim zincirleme takıntılarla yaşamak zorunda olduğumu bilirler.
Almanca meselesine takılacağımın işaretlerini bir süredir kendi içimden almaktaydım.
Orta Avrupa'da dolaşırken içim tuhaf olmaya başlamıştı, takıntının başladığının ilk işaretiydi bu.
Prag'da bir haritacıdan Orta Avrupa'yı köylerine kadar gösteren eski haritayı almak istememle birlikte artık iyice hastalanmış olduğumu da anladım.
Opereti dinlerken de geri dönüşü olmayan yola girmiştim çoktan.
O anda Almanya Çekoslovakya'yı tekrar işgal etmeye karar verse ve beni askere çağırsa hiç düşünmeden gider ve rutbe bile alırdım.
*
Şarkıların bir bölümünü Türkçe'ye çevirmişler.
Bu benim için katiyen iyi olmadı çünkü söylenen lafların aslında tamamen ruhuma uygun olduğunu anladım.
Örneğin adam kadının yanına yaklaşıyor ve Orta Avrupa'da yumuşak bir ritim olarak adlandırılan ancak dünyanın başka yerlerinde rahatlıkla askeri darbe müziği olarak algılanabilecek bir müzik eşliğinde yumuşak bir şarkı söylemeye başlıyor.
Olay Almanca olsa bunun bir ilanı aşk olduğunu düşünebilirsiniz.
Ancak adam ormanın güzelliğinden, vahşiliğinden, çakan şimşek altındaki karanlık ormanın sevimliliğinden filan bahsediyor.
Aşk anında konu bu olunca adam bir de sinirlense neler diyecek artık siz düşünün onu.
Bu ruh hali de bana aynen hitap ediyordu.
Evet, evet acilen Almanca öğrenmem gerekiyordu.
*
Dedim ya, tek başıma kaldığımda kafam tuhaf çalışmaya başlıyor.
Rana o aralar sessizdi çünkü telefon olayını unutturmak istiyordu ve o sessiz olunca da benim kafa kendi álemine dalıveriyor hemen.
Sıra Franz Lehar'dan bir parça dinlemeye gelmişti.
MEINE LIPPEN SIE KÜSSEN SO HEISS'dı adı şarkının
İşte o anda kendi başına bırakılmış hasta beynim bunu MY LIPS I KISS YOU VERY MUCH olarak İngilizce'ye çevirdi. Yani BENİM DUDAKLARIM SENİ ÇOK ATEŞLİ ÖPÜYOR gibi bir şey...
Bu çevirinin doğru olup olmadığı da umurumda değildi, yani bunun bilimsel çevirisi ‘Benim mutfaktaki tabaklarım çok fazla’ olsaydı da o anda fark etmezdi benim için.
Ve kendi yaptığım çeviriyle birlikte hemen o an Mahir'i hatırladım. Hani internette sayfa yapıp dünya meşhuru olan Mahir var ya, onun sayfası da I KİSS YOU diye açılıyordu.
Bu kadar da tesadüf olamazdı, bu bana verilen bir mesajdı işte.
Ve bütün bu olan bitenin sonucunda CENTRAL EUROPE: ENEMIES NEIGHBOURS FRIENDS adlı 380 sayfalık kitabı da okumaya başladım.
Biliyorum ki bu benim tükenişim olacak çünkü Orta Avrupa'ya bir dalan bir daha çıkamaz, bu kesindir.
Paylaş