TARİHİN en büyük sıcak dalgalarından bir tanesinin yaşandığı günlerde ben New York'taydım.
Bu ‘‘sıcak’’ kavramını size kelimelerle tanımlayabilmem mümkün değil.
Türkiye'de hiçbir zaman, hiçbir şehirde böyle bir şey yaşanmamıştır, yemin ediyorum.
Sıcağın kendisi önemli de değil zaten ama nemle birleşince ortaya öylesine bir canavar çıkıyor ki, anlatmak çok zor.
Yaşamak lazım bu tür bir havanın insana ne kadar acı verebileceğini anlayabilmek için.
Örneğin, sabah kalktığımda ekmeği kızartmama gerek kalmadı geçen sabah; çünkü gece boyunca ekmek o kadar sıcak kalmıştı ki neredeyse fırından yeni çıkmış gibiydi.
Ve bu konuda abartma yapmadığımı da bilmenizi istiyorum.
Gece saatlerinde durum böyleyken bir de güneş çıkınca neler olabildiğini varın siz tahmin edin.
*
Sadece sıcakla mücadele etmekle kalsaydım bunu bir şekilde atlatırdım; çünkü yıllar boyunca yaz aylarında şehirde bu olay yaşanır ve ben de artık duruma bunca zaman sonunda alışmış haldeyim.
Ancak bu defa sıcak dalgasını çok daha bunaltıcı hale sokan bir başka gelişme de yaşandı.
Uğur Cebeci sıcak dalgasının başladığı saatlerde New York'a geldi.
Bunu daha önce de yazdım, şimdi yine tekrar etmek zorundayım. Eğer bana soracak olursanız, Uğur Cebeci bence tımarhaneye atılıp, üstüne kapı kilitlenip, anahtarı da tamamen imha edilecek kadar delirmiş durumda.
Uzun süredir durumu böyle.
Gerçi ona sorarsanız ben delirmiş durumdayım. Buna da itirazım yok aslında ama en azından ben sokakta durumumu kimseye belli etmiyorum, normalmiş gibi davranıyorum, yazı başına oturunca kafayı yiyorum.
O ise rutin haliyle alacakaranlık kuşağına çoktan göçmüş durumda.
*
Niye böyle dediğimi de anlatacağım.
Dedim ya ben deliliğimi baskı altında tutan bir insanım, düşüncelerimi içime atarım ve yazı yazarken eğer fırsatını bulursam da işte o an kafayı yerim, bunun zamanını beklerim.
Uğur ise benim tam tersim; gündelik yaşam içindeki aklına gelen tüm hisleri kendisine tamamen yabancı olan, ilk kez gördüğü ve bir daha da görmeyeceği insanlara kesin, net ve de yüksek sesle ifade ediyor.
Diyelim ki yolda yürürken onun yanından bin kişi geçti.
Bunların istisnasız 850 tanesine filan konuşma ile bağırma arasında, insanoğlunun bildiği hiçbir lisan kalıbına da tam olarak uymayan cümlelerle bir şeyler söylüyor.
Herhangi bir yanı faullü olan herhangi bir insan onun ilgisini anında çekiyor.
Neyi faullü bulduğu konusunda da ortada net bir kriter yok. Anladığım kadarıyla son derece sübjektif değerlendirme kriterleri olmalı; çünkü hemen her insanda kızılıp, üzerinde yorum yapılacak bir nokta bulabiliyor.
Düşünsenize, benim gibi sokakta fazla ilgi çekmekten bile utanan bir adam, beşinci caddenin en kalabalık saatlerinde orada yürürken birden yanında ‘‘Aloooo’’ diye bağıran bir ses duyuyor.
Uğur yine bir kurbanı gözüne kestirmiş, alooo dediği insana ‘‘ne bu halin’’ dercesine göz kırpıp, dudak büzmeye ve o kişiyi kınayan konuşmalar yapmaya başlamış.
Veya asansöre binmişiz, asansöre bir sonraki katta beş kadın binmiş ve gayet tabii ki, kaçınılmaz olarak Uğur bunların hepsiyle tek tek ilgilenmeye başlamış, onları da bir nedenden dolayı azarlıyor.
Sonra nedense asansör lobi katına gelince de ben önde durduğum için ilk olarak çıkmaya doğru adımımı atmışken, birden büyük bir güçle duvara yapıştırılıyorum. Uğur tek eliyle beni orada tutuyor, diğer eliyle de tek tek kadınları dışarıya davet ediyor.
Kadınlar ona gülümsüyorlar.
Sokaktaki herkes de aslında onunla iyi anlaşıyor. Bu yaptıklarının sadece bir tanesini bir gün ben yapmaya kalksam, 100-150 gün hapiste yatarım, ama ona bir şey olmuyor.
Rana da dahil herkes onda şeytan tüyü olduğu, bu nedenle de toplumda dokunulmazlığı olduğu iddiasında. Bense onun aslında delirmiş olduğunu gören masum insanların kendilerini bir şekilde koruma altına alabilmek için ona gülümsemek zorunda kaldıklarını düşünüyorum.
*
Ve aklımda kalan son görüntü.
Uğur biraz önden yürüyordu, biraz sonra ilerde baktım ki ne göreyim.
Sağ elini kaldırmış, bir gökdelenin tepesine doğru işaret etmiş ve öylesine durmuş kalmış.
Büyük bir ciddiyetle bir yerleri işaret edip duruyor.
Ne olduğunu tahmin edebildiğim halde ben bile elimde olmadan onun gösterdiği yere baktım, gayet tabii ki bir şey yoktu.
Bir süre sonra etrafına insanlar toplanmaya başladı. Ona ne gördüğünü sordular, onları kendisine muhatap kabul etmedi, insanlar birbirleriyle konuşmaya, ne olduğunu anlamaya çalıştılar.
Ben güleceğim ama iş başıma kalır diye de korkuyorum, kendimi tutuyorum gülmemek için.
Ve işte o anda bir güzel mucize oldu.
Çivi çiviyi söker derler ya, aynen o yaşandı sevgili okurlar.
Gerçek bir deli geldi Uğur'un yanına ve işaret ederek gösterdiği gökdelenden ona bir daire satmaya kalkıştı.
Eğer yalanım varsa iki gözüm önüme aksın ya!
Uğur hayatında ilk kez söyleyecek bir şey bulamadı. Belki kurtulurum diye ona da ‘‘Aloo’’ dedi ve yüz göz işaretleri yaptı, ama adam ondan çok daha yüksek sesle ‘‘Aloooooo’’ diye haykırmaya başladı ve suratına gerçekten birçok tik aynı anda geldi.
Ve Uğur hayatında ilk kez olay yerinden kaçmayı yeğledi ki, bu bana o korkunç sıcak dalgasını bile unutturacak derecede güzel bir gelişmeydi.