ASLINDA seçim sonucunun nasıl olacağı çok da önemli değil. Çünkü nasıl sonuç çıkarsa çıksın asıl mesele çözümsüz olarak ortada duruyor olacak.
O asıl mesele de şu: Veri koşullar altında Türkiye'de demokratik seçim yoluyla sistemin büyük tıkanıklıklarını kısa sürede aşmayı başaracak iktidara ulaşabilmek mümkün değil.
Bu acı sonuca yılların biriktirdiği sorunlar, bu sorunlara resmi söylemin geliştirdiği cevaplar, bu cevapların yol açtığı çok daha yeni sorunlar sonucunda içine düşülmüş olan kısırdöngü nedeniyle gelindi. Dolayısıyla ‘‘demokrasinin kilitlenmiş’’ olması benim hoşlandığım, tercih ettiğim bir şey değil, sadece objektif bir durum.
Daha da net söylüyorum, bu bir bilimsel tespit.
Türkiye'deki düzen, kendi kendisini içinden çıkılması imkánsız olan bir ‘‘düşük düzeyde denge’’ durumuna kilitledi.
‘‘Düşük düzeyde denge’’ rejiminde sürekli fakirleşme, sürekli olarak siyasi düzeyde baskı ve yasak üretme, alt düzeyde de sürekli olarak cumhuriyet rejimini ‘‘aşmak’’ olarak nazik bir şekilde adlandırabileceğimiz akımlar var, alt düzey her geçen gün daha güçleniyor, resmi söylem kendini kilitlemiş olduğundan buna karşı yeni söylem geliştiremiyor ve bu yüzden de Türkiye'de hiçbir şey hiçbir zaman değişmezmiş gibi bir görünüm ortaya çıkıyor.
***
Aslında 30 yıl önce de görünüm aynıydı.
Değişen dünyadan Türkiye'ye ithal edilmiş olan bazı yenilikleri ayıklarsanız 30 yıl önce de biz tıpatıp bugünkü sorunlarla uğraşıyorduk.
Siyasi düzeyde aynı kilitlenmeler vardı, aynı ‘‘tehlikeler’’ tespit edilmişti, sistemin refleksleri aynıydı, o yüzden de 1946'dan bu yana sürdürülmeye çalışılan ‘‘demokrasi deneyimimizde’’ gelinen nokta maalesef sadece ‘‘düşük düzeyde denge’’ durumu olmuştur.
Açıkça söylemek gerekirse bu tarihi bir başarısızlıktır, büyük bir trajedidir. Ve açıkça söylemek gerekirse bu durum sürdürülmeye çalışıldığı takdirde Türkiye çok daha hak etmediği düzeylere düşürülecek, halkı çok daha acılara mahkûm olacaktır.
Örneğin iki gün sonra yapılacak seçimden sonra ‘‘düşük durumda dengenin’’ büyük ihtimalle ‘‘düşük durumda dengesizliğe’’ yol açacağı daha şimdiden anlaşılmıştır bile.
Bu aşamada hepimiz önemli bir karar vermeliyiz. Ya ‘‘böyle gelmiş böyle gider’’ deyip aynı kandırmacayı oynamayı sürdürmeye çalışacağız.
Ya da bu ülkenin idaresine yönelik olarak çok daha radikal bazı kararlar vereceğiz.
‘‘Düşük düzeyde denge’’ durumundan ülkemizi hızla kurtaracak, hızlı kararlar alıp uygulayacak, koordineli hareket edecek ve ülkeyi daha yüksek bir dengeye ulaşabilmek için seferber edecek bir yeni yönetim biçimine gereksinimimiz var.
Düşük düzeydeki denge durumunda demokrasi zaten imkánsızdır, o varmış gibi hareket etmek sadece bir kandırmacadır, dolayısıyla bulacağımız yeni yönetim biçiminin en önemli görevlerinden bir tanesi de Türkiye'de demokrasinin olabilirliğinin ön şartlarını oluşturmak olacaktır.
Böyle bir şeyin düşünülmesi bile birçoğunuza itici geliyor biliyorum ama bunun olabilmesinin en büyük şartı Türkiye'de var.
Aslında siyaseti istemeyen kitleler Türkiye'de rejimin bir süre siyaset dışına çekilmesine ve tüm sorunlara saldıracak bir idareye destek vermeye çoktan razılardır. Sadece alternatif görülemediği, bunu hayallerinde canlandıramadıkları için siyaset oyununa hálá daha katılmaya mecbur gibi hissetmektedirler kendilerini. Bütün bunları seçime giderken tekrar yazıyorum çünkü bunlar benim yürekten inandığım şeyler, seçim gibi geçici ve sonuçsuz bir durum bu inandıklarımdan vazgeçmemi gerektirmiyor, bunu sizinle de paylaşayım dedim. Seçim sadece gerçek çözüm imkánına ulaşılmasını erteleyecek o kadar. Maalesef Türkiye gerçeği bu.
***
Son bir şey daha var.
Son zamanlarda ‘‘Borç döner mi dönmez mi, ötelensin mi ötelenmesin mi’’ tartışmaları yapılıyor. Evet Türkiye'de borç döner. Devlet hem iç hem de dış borcunu zamanında öder.
Ancak bunu tüm kaynaklarını borç ödemek için seferberlik yaparak gerçekleştirebilir.
Yani Türkiye Cumhuriyeti önündeki uzun yıllar boyunca sadece borç ödemek için varlığını sürdürmeye razı olduğu takdirde borcun dönmesinde gayet tabii ki sorun yaşanmaz.
Türkiye Cumhuriyeti kendi halkına bir gelecek sunabilmek, halkının kaderini değiştirebilmek için borç tuzağından kurtulmak yolunda da radikal düşünmelidir. Bunu yapabilecek olan tek idare yukarda tanımladığım biçimde ülke kaynaklarını koordineli olarak bazı hedeflere kanalize etmeyi başarabilecek bir yönetimdir. Eğer kararlı ve güçlü bir yönetim plana, programa, stratejiye dayalı bir ekonomik program doğrultusunda hareket ederse borcun ülke halkının çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanması imkánı da yakalanır.
Buna ulaşmak da radikal kararlar verilmesini gerektirecektir ve isteseniz de istemeseniz de bu radikal kararların verileceği gün hızla yaklaşmaktadır.
Seçim gerçeğinin değiştiremeyeceği bir gelişmedir bu. (Dünkü yazıma ilave: ‘‘Buzines’’ eğitimi ile ilgili düşüncelerimi kanıtlayan en somut delillerden bir tanesini dün yazıma koymayı unutmuşum. George Bush Jr. Amerika'nın MBA tahsilli ilk başkanıdır. Bu da yazıda söylemiş olduğum her şeyi bilimsel anlamda kanıtlayan bir durumdur.)