Renkler

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Yazının girişine aldanmayın

Bugün çok önemli bir ifşaatta bulunacağım. Bu nedenle yazının ciddi başlamasına bakıp sakın ha başta okumaktan vazgeçmeyin. Çünkü ciddi başlayan bu yazı ilk paragraftan sonra iyice sapıtıyor, haberiniz olsun.

Gündelik yaşamın rutini sürdüğü müddetçe her insan toplumun kendisine empoze ettiği rolü, bunun üzerinde fazla da kafa yormadan oynar.

İşyerindeki ilişkilerimiz, arkadaşlıklarımız, sevgilerimiz, siyasi tavırlarımız, eğlenme biçimimiz, aile yaşamımız aslında birer roldür.

Bu rollerin kuralına göre oynanması toplum yaşamı denilen şeyin sorunsuz yürütülmesi için zorunludur.

Her şey normal gittiği sürece hiçbir insan hayattaki rolünü de fazla sorgulamaz.

Ne var ki bir gün beklenmedik, olağanüstü bir olay olur.

Paylaşılan toplumsal mekanda herkesi derinden etkileyen bu olay, bireyi bir anda şeffaf bırakır.

İnsanlar deprem gibi felaketler sonrasında bir anda gerçek kimlikleriyle kalırlar, oynanan roller unutulur.

Bu gibi durumlarda tanıdığınızı sandığınız kişileri gerçekte tanımadığınızı, onların yaşamındaki bir sürü gerçeklikten habersiz olduğunuzu fark edersiniz.

Çünkü ölümü bir anda ensesinde hissettikten sonra her insan gardını düşürür ve rolünün kapadığı gerçekliği başkalarına açar.

Bu aslında genel olarak iyi bir şeydir çünkü insanların birbirlerini daha da iyi tanımalarına yol açar.

Ancak tabii ki insanların birbirlerini daha da iyi tanımaya başlamalarının her zaman da harika sonuçlar verdiğini söylemek imkánsızdır.

Örneğin alın beni.

Depremden sonra ne yazık ki genel yayın yönetmeni de gardını düşürdü ve bana yaşamıyla ilgili birkaç gerçeği anlattı.

Bunları iki ana başlıkta özetlemek mümkün:

1- Genel Yayın Yönetmeni, Ciguli'nin klarnetçisiyle hemşeriymiş.

2- Yıllar önce Bulgar milisler yakın çevresinde birçok insanı katletmelerine rağmen daha sonraki yıllarda genel yayın yönetmeni olacak kişiyi nedense öldürmemişler.

Bu iki olayı bugün biraz daha açmak zorundayım.

İlk önce ikinci olayı ele alalım.

Bulgar milisler neden durup dururken insanları öldürmeye başlamışlar yıllar önce diye soracaksınız biliyorum.

Olayın geçtiği yerin Makedonya'ya yakın olduğunu belirtirsem bu sorunun ne kadar da abuk olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Eğer benim bilmediğim ÇOBAN adında bir ülke yoksa Makedonya (Macedonia) adını bir salataya vermiş olan dünyadaki tek ülkedir.

Fransızların ‘Macedoine’ diye bir salatası vardır.

Dünyada var olan bütün sebzeleri bir sahanın içinde karıştırıp getirirler masaya.

Patlıcandan fasulyeye, salatalıktan mısıra her şey vardır bunun içinde.

Adeta artık kalan yemeklerin atıldığı çöp sepeti gibidir tabağın görüntüsü.

Makedonya da işte aynen bu salata gibidir.

Bu ülke dünyanın en belalı ülkelerinden seçmece alınarak transfer edilmiş insanların bir arada oturduğu bir coğrafi alandır.

Sırplar, Ruslar, Yunanlar, Bulgarlar, Türkler, Boşnaklar ve Hırvatlar bu ülkede bir arada yaşamak gibi imkansız olan bir işe girişmişlerdir.

Dünyadaki tüm uzmanlar gelecekteki üçüncü dünya savaşının kesinlikle bu bölgede çıkacağına hemfikirdirler.

Bu ülkede doğru dürüst bir iç savaş da çıkamamaktadır çünkü birbirini katletmek isteyen o kadar farklı grup vardır ki bunlar çete savaşı vermeye ara verip, örgütlenip normal bir savaşa bile giremeyecek kadar yorgundurlar.

Bu gerçekler bilindiği takdirde genel yayın yönetmeninin yakınlarının Bulgar milisler tarafından neden öldürüldüğünü sormak gayet tabii ki abes kaçmaktadır.

Asıl sorulması gereken soru herkes öldürüldüğü halde Bulgarların neden bir tek onu öldürmekten son anda vazgeçtikleridir.

Genel yayın yönetmeni depremden beş gün sonra yaptığımız konuşmada 50 yaşını aşmış bir dede olmasına rağmen hálá daha bu sorunun cevabını bulamadığını bana söyledi.

Ben kendisine aradığı cevabı anlattım.

Şöyle ki; Bulgar milisler o gün sıra genel yayın yönetmenine geldiğinde ona bir baktıktan sonra ‘Bırakalım bunu da gitsin ülkesine. Türklere bundan daha kötü bir ceza olamaz’ diyerek onu serbest bırakmışlardır.

Böylece bir Türk'e kısa vadeli kötülük yapmak yerine Türkiye'ye uzun dönemli kötülük yapma stratejisini uygulamışlardır.

Gelelim Ciguli'nin klarnetçisiyle hemşeri olması meselesine.

Konu aslında yeterince açık, üzerinde fazla bir şey söylemeye gerek yok.

Benim üzüldüğüm nokta onun Ciguli'yle bile değil de sadece klarnetçisiyle hemşeri olmasıdır.

Ciguli'yle hemşeri olmak bile insanın psikolojik dünyasında derin yaralar açacak bir durumken onun klarnetçisiyle hemşeri olmak etkileri açısından çok daha vahim olmalıdır.

Bu itirafları yaptığı gece genel yayın yönetmenine küçüklüğünde Binnaz'ı da tanıyıp tanımadığını örneğin onunla saklambaç filan oynayıp oynamadığını sormayı unuttum.

Ciguli'yle ilgili yazısını depremden sonra yazmış olsaydı bu meseleye de açıklık getirirdi biliyorum, ama ne yazık ki bu fırsatı artık kaçırmış durumdayız.

Yazarın Tüm Yazıları