Renkler

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Felsefenin bittiği gün

Bugün felsefi bir konuyu gündeme getirecektim. Ancak tam yazıya başlıyordum, bir de baktım ki hiçbir filozofun zamanında ne demiş olduğunu katiyen hatırlamıyorum. Bu da felsefi yazı yazmamı doğal olarak zorlaştırdı şüphesiz.

FELSEFE tarihinde bu kurumu savunacak tek bir fikir olmamasına rağmen...

Bütün hayatım boyunca militanca bu kuruma karşı çıkmış olduğum halde...

Kurumu savunmak için yazılmış bütün kitapların yazarlarının su katılmamış bir aptal olduklarını düşünmeme rağmen...

Rasyonel her insanın kurum hakkında üç satır olumlu laf söylemekten aciz olduğunu bile bile...

Darvinizmin hem tabiat bilimlerindeki biçiminin hem de sosyal Darvinizmin, kurumun gerekirse şiddet kullanılarak yıkılmasını emrettiğini bilmeme rağmen...

Evet bütün bunlara rağmen...

Bir gün Rana bana ‘‘Artık evlenmemiz gerekiyor, haydi bakalım’’ dedi.

Ve imzayı bastım.

İşte o anda benim için felsefe bitti.

Rasyonaliteyi de bir kenara koydum.

Çünkü hem evli olup hem de aynı anda felsefeye ve rasyonel düşünceye sahip çıkmanın imkánsız olduğunu biliyordum.

Bunu yapmaya çalışan çok sayıda erkek tanıyorum, hemen hepsi tımarhanelik deliye dönüşmüş durumdalar.

Ben felsefeyi ve rasyonel düşünceyi tamamen bir kenara bıraktığım için son derece mutluyum.

İyi bir kocayım. Nasıl beyinden parça aldığınız psikopat hasta gülümserse ben de öyle gülümsüyorum ve arada ıslık bile çalıyorum.

* * *

Aslında evlilik bir anlamda harika bir komedi.

İnsan kendi yaptıklarına ve yapmak zorunda kaldıklarına kendisini olayların dışına çekip bakmayı bilebilse, çok eğlenir yemin ediyorum.

Basit örnek vereyim. Önceki akşam çok yakında oturan arkadaşlarımıza akşam yemeğine gidecektik.

Rana sabahtan beri şantiyedeydi. Bir ara kapı çalındı, açtım fırtına gibi eve girdi.

Tek kelime konuşmadan, hızlandırılmış çizgi filmi karakterleri gibi davranarak mutfakta bir şeyler hazırlamaya koyuldu.

Ben bu gibi durumlarda sorduğum hiçbir soruya cevap alamam. Bir cevap alsam da bu sorduğum soruyla katiyen bağlantılı olmaz, bu da beni sinirlendirir.

Ayrıca bu gibi bir işe konsantre olduğu durumlarda yemin ediyorum ki Rana yüzde 100 sağırlaşıyor.

‘‘Hayrola ne hazırlıyorsun’’ diye soruyorum değil mi?

Cevap yok. Bir daha soruyorum yine yok... Üçüncü deneyişimde ‘‘Efendim ne dedin’’ diyor.

Ben sadece 19.45 ile 19.55 arasında 10 dakika boyunca hiç susmadan konuşurum.

O dakikalarda ilk bardak içki beynimi harekete geçirmektedir, beynim şarj olmaktadır çünkü.

Çeşitli kanallar hakkında atlayarak gördüğüm her şey hakkında yorumlar yaparım. Bunlardan bazıları çok da komik oluyormuş, Rana öyle dedi.

O 10 dakikayı videoya çekip stand-up şov diye pazarlasam Cem Yılmaz'dan bile daha fazla para kazanmaya başlarım vallahi!

O 10 dakikalık kontenjanım bitince de yine susmaya başlarım ve soru sorulmadıkça da pek konuşmam.

Dolayısıyla zaten az yaptığım bir şey de, soru sormaya karar verdiğimde hem yanlış cevaplar almam, hem de duyulmamam beni çok ama çok yıpratıyor, bunu biliniz.

* * *

Muftaktaki takırtı tukurtu yarım sat sürdü.

Bittiğinde Rana yine dışarıya çıktı ve giderken ‘‘Hazırladığım tatlıyı yarım saat sonra buzdolabına koy, ama dikkat et şekli bozulmasın’’ diye gündelik rutin talimatlarından 7.568.345'incisini verdi.

Ve daha fazla açıklama yapmadan gitti.

Mutfağa gittim, hazırladığı maddeye uzaktan baktım. Uzun payreks bir tepsinin içinde beyaz bir madde gayet tehlikeli bir edayla duruyordu.

Korkarak yanına yaklaştım. Bana bir konuda dikkatli ol denilince dikkatli olurum ve mutlaka yapılması istenmeyen şeyi yaparım.

İlk önce kokladım maddeyi. Ne olduğunu anlamadım. Sonra elimi değdireyim dedim, parmağım içeri girdi ve birden bütün tepsinin içi lokalize deprem oluyormuş gibi sallanmaya başladı.

Sallanmanın hızından tepsi yere yuvarlanmasın diye sıkı sıkıya kavradım onu ve dehşet içinde, içimden dua ederek maddenin sakinleşmesini bekledim.

Bu olanbiten, muhteşem bir korku filminin başlangıcı olabilirdi.

Düşünsenize kadın adamı öldürmeye karar veriyor.

Ve o şeytani karışımı hazırlayıp mutfağa bırakıyor.

Sonra ‘‘Şey’’ aniden canlanıyor, tepsisinden çıkıyor ve mutfaktan adamın çalışma odasına doğru önüne çıkan her şeyi bu arada gayet tabii ki kedileri de yutarak ilerliyor (zaten yaptığı tek olumlu iş de bu).

Ve filmin sonunda adam ‘‘Şey’’in içinde can çekişerek, boğularak geberiyor.

Kadın eve girerken ‘‘Ben geldim’’ demeye gerek duymuyor, çünkü evde artık kimsenin kalmadığını biliyor.

THE END.

* * *

Bütün olanbitenden sonra Rana'ya o neydi dedim ‘‘Krem şantili, jöleli bir şey işte’’ dedi. Böylesi karışımdan oluşan bir şeyi şekli bozulmadan buzdolabına koymamı istemesi bile bana normal geldi; çünkü başta dedim ya felsefe ve rasyonel düşünceyi çoktan bir yana koydum.

Buzdolabının kapısı fazlasıyla modern. Hatta post-modern. Her açışımda aniden hızla geri kapanıyor. Tepsi çok büyük ve en küçük harekette içindeki şey istikrarlı bir şekilde dışarıya çıkma girişiminde bulunuyor.

Ve bu arada kediler de bu şeyin kendileri için hazırlanmış bir ziyafet olduğunu zannetiklerinden ayağımda dans ediyorlar.

Bu şartlar altında şeyi dökmeden dolaba koydum ya, artık işten atılsam da gam yemem.

Çünkü mutlaka bir büyük sirkte ‘‘ölümden korkmayan akrobat’’ olarak anında iş bulurum.

Daha bitmedi...

Yarın: Sokakta bu şeyle nasıl yürüdüm.

Yazarın Tüm Yazıları