Paylaş
Konuşulan dil, gerçek yaşam deneyimlerini mutlaka ama mutlaka bir yerlerinden çarpıtarak aktarır.
Yazı dilinde ise durum çok daha vahimdir.
Gerçek yaşam ile bunu anlatma iddiasında olan sözler arasında katiyen kurulamayan bire bir örtüşme, yazıda tamamen altüst olur.
Yazar kendi yaşamını yazsa bile, yazı dilinin kuralları abartıların, fantezilerin, minik olduğu halde büyütülen dramaların ön plana çıkartılmasını gerektirir.
***
Durum böyle olunca yazı mesleği içinde işi en zor olan insanlar biyografi yazarlarıdır.
Çünkü biyografinin konusu olan kişi hiçbir zaman kendi yaşamını tam dürüstlükle anlatamaz.
Mutlaka çarpıtmaları vardır kendi yaşamı hakkında.
Ayrıca insanların bir gece önce yenilen yemeği anlatırken bile abartılara, beyaz yalanlara sığınma içgüdüleri hatırlandığında, çarpıtmaların katiyen kötü niyetli olmaması ihtimali de büyüktür.
Biyografi yazarı eğer tarihe bir belge bırakmak niyetindeyse, ki görev tanımı gereği amacı bu olmalıdır, o zaman bütün bu yalanlı dolanlı hammadde arasından doğru olanı bulmak onun işidir.
***
Bazı insanların biyografisini yazmak kolay olmalı.
Ne bileyim ben, örneğin Churchill hem renkli bir insandı, hem de öyle şeyler yaşadı ki onun hakkında yazılan biyografi, eğer yazarı çok da beceriksiz değilse, kendiliğinden ilgi çekici olacaktır.
Bazı insanların biyografisini yazmak ise korkunç bir iş olmalı.
Örneğin, Ronald Reagan bu önemli kişilerden bir tanesi.
Onun yaşamını yazmayı zor yapan başlıca iki unsur var:
1- Reagan temelde bir aktördü ve yaşamın tümünü de kendisinin başrolde oynadığı bir oyun olarak algılıyordı. Oyunun kuralları da rol yapmayı, yani sürekli olduğundan başka görünmeyi gerektirdiğinden ‘‘Gerçek Reagan’’ın nasıl biri olduğunu belki de kendisi bile bilmiyordu.
2- Reagan temelde basit, hatta sıkıcı bir adamdı. Her işini rol yaparak yürüttüğünden, ilk önce onu renkli bir kişilik olarak algılayanlar, kendisini daha yakından tanımaya başlayınca büyük bir hayal kırıklığına uğrarlardı.
***
Reagan'ın ‘‘resmi biyograficisi’’ olan Edmund Wilson da her meslektaşının mutlaka yaşadığı ikilemi yaşamış olmalı.
Her biyografi yazarı, sıkıcı ama gerçeğe tamamen sadık kalan bir kitap ile ilginç ama gerçekle edebi şekilde oynayan bir kitap yazma ikilemi arasında mutlaka kalır.
Akademisyenler, biyografi yazarlarının mutlaka birinci yolu izlemesini talep ederler.
Belki de doğru olanı, kurala uygun olanı budur.
***
Ama bir de hayatın gerçekleri var.
Kitap basımı işi artık hobi şeklinde yapılamıyor. Özellikle Amerika'da işin içine milyonlarca dolarlık çıkarlar girmiş durumda.
Düşünün ki Reagan'ın biyografisini yazan Edmund Wilson daha ortada tek bir satır bile yokken yazacağı kitap için 3 milyon dolar para almıştı yıllar önce.
Sonra 10 yıl kadar süren uğraşı başladı.
Reagan ile, onun aile fertleri ile baş başa günler geçirdi.
İstediği hiçbir belge ondan eksik edilmedi.
Ancak bir de baktı ki, yıllar geçtikçe Reagan'ı daha iyi anlamaya başlayacağına, onu daha da fazla anlayamaz hale gelmiş.
Çünkü görünürde renkli bir kişiliğe sahip olan bu insan, üstlendiği çeşitli rollerin maskesi düşünce son derece içi boş birisi olarak karşısına çıkmış yazarın.
***
Yazar bu durumda ne yapmalı?
Akademisyenlerin istediği gibi hareket etse, yazacağı kitabın da içi belki boş olacak.
Kimse alıp okumayacak kitabı, paralar yanacak.
O da bundan korkup, biyografiyi yeni bir teknikle, içine romansı öğeler katarak yazmış.
Edmund Morris adını taşıyan bir fiktif karakter yaratıp, bu roman karakterini aynen Forest Gump gibi yaşamının belirli aşamalarında Reagan ile karşı karşıya getirmiş.
Böylece son derece güzel okunan bir metin ortaya çıkmış. Şimdi akademisyenler, Reagan'ın akrabaları, bunun bilinen anlamda bir resmi biyografi olmadığını söyleyip kızıyorlar.
Kesin olan şeyse, çıkan büyük tartışma nedeniyle kitabın çok satacağı ve yazarın da aldığı parayı böylece hak edeceği.
Paylaş