Paylaş
Rana yanımdayken sokakta başka bir kadına katiyen bakmam.
Böylesine abuk bir ilkeyi isteyerek, bilinçli tercihle edinmedim gayet tabii ki.
Geçmişte birkaç olayda bana çakmıştı bakarken yakaladığı zaman.
O zamanlar gençtim, darbelere daha dayanıklıydım.
Şimdi hem fiziksel yaş itibariyle hem de Rana dolayısıyla yıpranma katsayım yüksekliğinden madden ve manen yaşlanmış durumdayım.
Küçük bir darbede bile en azından uzun süre bayılmam neredeyse kesin.
Ölüm ise olasılıklar arasında.
Anlayacağınız bakmamamda ilke filan değil kesinlikle ölüm korkusu rol oynuyor.
Bu veri durum nedeniyle zaman zaman çok korkunç baskılar altına kalıyorum.
Örneğin bir davete gidiyoruz.
Bir bayan yanıma geliyor.
Bayan giyim özgürlüğünü giyinmeme özgürlüğü olarak yorumlayan ekole ait.
Üst tarafı şeffaf alt tarafında ise galiba etek yok, varsa da o anda elimde büyüteç olmadığından bunu görmem mümkün değil.
Bana yazılarımdan ne kadar hoşlandığını söylüyor.
Ve düşünsenize ben onun sadece suratına bakarak o anda hayatta en az ilgilendiğim konu olan benim yazılarım hakkında konuşmak zorunda kalıyorum.
Ve üstelik konuşurken de Rana yanıbaşımda olduğu için hatalı cümle filan da kurmamam gerekiyor.
Ne korkunç durum değil mi? Çekmek zorunda kaldığım ıstırapları burada yazsam gözünüzde yaş kalmaz, yemin ediyorum.
***
Gardımı hep almışımdır ama zaman zaman özellikle yurtdışı gezilerde rahatlayıp, gardımı düşürüyorum.
Prag'da bir öğle yemeği için restorana girdiğimizde garson bayanın bacağı ilk gördüğüm şeydi.
Arkadaşım ‘İ.The plexiglass B.’nin o anda suratına baktım, o da kesinlikle gülümsüyordu.
Tüm gezi boyunca onu sadece bir kez daha bu kadar mutlu görmüştüm. Bir meydanda bütün olarak çevrilen domuzu seyrederken de aynen bu kadar mutlu gülümsemişti.
Anlayacağınız lokantada bizdeki sosyal Darvinist genler harekete geçmişti.
Sosyal Darvinist genler tabii ki sadece erkeklere özgü değil.
Garson kız da son derece bilinçli bir Darvinistti. Suratı maalesef pek bir çirkindi, bacakları işe muhteşemdi ve o tavus kuşu gibi davranıp, tek güzel yanını olabildiğince sergiliyordu.
***
Ve Rana durup dururken ‘‘Serdar da kızın bacaklarından pek hoşlandı’’ diye konuştu!
Bu cümle o an dünyada duymak istediğim en son şeydi.
Söyleyiş tavrı da cümlesindeki PEK kelimesini vurgularkenki müstehzi içeriklerle doluydu.
Ya, ne olur bakışım gizli kalsa, bakışımın keyfini gizli olarak yaşasam.
Bunun üzerine hayatta bir kez olsun yorum dinlemesem.
30 saniye rahatsız edilmeden hayal kursam. 30 saniyecik sessizlik olsa şu hayatta.
Ne olur ha, insafsız kadın be! Sadist, kadının Führer'i be!
Bilinçli yapıyor bunu, ne olur inanın bana.
Her farklı durumda o an için bana nasıl darbe vuracağını ölçüp biçiyor ve ona uygun taktik uyguluyor.
Yani o anda ‘‘Amma da baktın kıro!’’ diye kızsa bunun bende fazla, ne fazlası katiyen hiçbir etkisi olmayacağını biliyor, bu sefer de alay edip bitiriyor işi.
Yemin ediyorum insan hakları mahkemesine başvurup Rana'yı dava edeceğim.
Oradaki hákimler benim dosyama bir göz atsalar, Apo'nun başvurusunu filan bir yana bırakıp hemen benim davayı ilk sıraya alırlar.
***
Üçüncü gün o gayet tabii alışveriş yapıyor ve ben de onun yanında duruyorum.
Her yeni mağazanın önünde oradan neden hızla uzaklaşmamız gerektiği yolunda içeriği son derece rasyonel, nedensellik bağlantıları düzgün kurulmuş cümleler söylüyorum. Beni dinlemiyor.
Sadece tek bir mağazada ‘‘Biraz daha dur da iyice bakalım vitrine’’ deyiverdim. Anında olaya el koydu.
Ne yapayım ya, tezgáhtar kız mini etekli, üstelik de tezgáhın üzerine eğilmiş müşteriye bir şeyler gösteriyor.
Öyle dalınıp gidilecek, üzerine roman olmasa bile en azından kısa bir şiir yazılacak, hakkında felsefe yapılacak bir görüntü var mağazada.
Ve tabii ki bu sefer de o hayatında ilk kez bir mağaza hakkında ‘‘Burada fazla bakılacak bir şey yok’’ diye konuştu. Oradan uzaklaştık.
Paylaş