Paylaş
Oscar ödüllerini kimin alacağını tayin eden Amerikan Film Akademisi üyelerinin tercihlerinin her zaman doğru olduğu son derece şüpheli.
Dahası Akademi son derece de politik kararlar veriyor. Bunun yanında kıskançlıklar, örgüt içi çekişmeler ve dahası Amerikan kamuoyunun kısıtlı gündemi de alınan kararları kesinlikle etkiliyor.
Bunları söylemekten amacım Türkiye saatiyle sabaha karşı açıklanacak ödülleri karalamak filan değil.
Ancak ödüllerin sadece sanatsal kaygılarla verilmediğini hatırlarsak bu sonuçları çok daha soğukkanlı değerlendirebiliriz sanıyorum. (Gerçi dünyanın neresinde hangi ödül saf sanatsal veya bilimsel hislerle veriliyor, bunu da sormak ve üzerinde düşünmek gerekir ama şu anda bu bizim konumuz değil.)
Örneğin ‘‘American Beauty’’ ödül alırsa bunda Amerika'da son yıllarda çok güçlenen ve tabii ki Hollywood'da da çok etkili olan eşcinsel lobisinin yarattığı kültürel ortam da rol oynamış olacaktır.
Çünkü o filmin en kritik sahnesinde ‘homo’lardan nefret eden emekli askerin kendisinin de eşçinsel olduğu anlatılarak ‘homofobik’ hislere kökten bir eleştiri getiriliyor.
O sahne filmin belki de tek politik yanıydı ve bu tür politik hissiyatlar Film Akademisi'nde yankılarını her zaman rahatlıkla bulmuştur.
***
Ben ‘‘American Beauty’’yi çok sevdim. Konusu çok orijinal değil ancak ele alınış tarzı müthiş.
Ne var ki bana kalsa ben bu yıl Oskar'ı ‘‘Blair Witch Project’’e verirdim.
Ülkemizde oynadığında bu film pek yankı bulmadı. Doğal da bu çünkü son derece zor bir film ‘‘Blair Cadısı’’.
Bir kere ‘‘Blair Cadısı’’ filmi film seyretme alışkanlığımızı, seyirci söylemini tamamen yıkıyor, yepyeni bir ‘‘izleme’’ söylemi yaratıyor.
Film ‘‘sözde dokümanter’’ olduğundan ve el kamerasıyla çekildiğinden seyretmesi oldukça zor.
Filmi de bu mükemmel yapıyordu bence.
Filmi çeken genç insanlar büyük ihtimalle pek de planlı olmayarak yepyeni bir sinema dili geliştirdiler aslında.
Filmin sonundaki belirsizlik, izlediğimiz gerçeklikle film gerçekliğini bilinçli olarak karıştırma yönteminin bir parçasıydı çünkü gerçek yaşamda da bu tür belirsizlikler hep var zaten.
Yaşamda hemen hiçbir olay Hollywood filmlerindeki gibi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşmuyor ne yazık ki.
***
Bilmem hatırlar mısınız ama bundan 30 yıl önce de başka bir film Hollywood'u iyice bir sarsmıştı.
‘‘Easy Rider’’dı filmin adı. Jack Nicholson, Peter Fonda, Dennis Hopper o filmle aniden starlaştılar.
O filmde de dönemine göre müthiş bir anlatım dili vardı. Seyirciden bambaşka bir ‘‘izleme duyarlılığı’’ talep ediyordu ‘‘Easy Rider’’ da.
Aslında Hollywood 1967 yılından itibaren eski film söyleminden bir kopuş yapmak için atılıma başlamıştı.
O yıl ‘‘Bonnie and Clyde’’ ve ‘‘The Graduate’’ çıktı piyasaya.
Ama teknikte asıl atılım 1969 yılında oldu. Stanley Kubrick'in ‘‘2001: The Space Odyssey’’si ve Roman Polanski'nin ‘‘Rosemary's Baby’’si sinemada yepyeni bir anlatım dilini Hollywod'a yerleştirdiler.
‘‘Easy Rider’’ın gösterime girdiği yıl bu filmdeki aynı seyirci hissiyatına seslenen ‘‘Midnight Cowboy’’ da oynamaya başladı sinemalarda.
Yani anlayacağınız bir değişim süreci yaşanıyordu Amerikan sinemasında aslında ama ‘‘Easy Rider’’ filmi çekilmeseydi bugün Scorsese ve Cappola gibi direktörlerin efsanevi düzeye çıkmış olmaları da biraz zor olurdu bence. (Bu argümanı Peter Biskind'in ‘‘Easy Riders, Raging Bulls’’ adlı kitabında okuyabilirsiniz.)
***
Ben 30 yıl sonra 1999 yılında gösterime giren ‘‘Blair Witch Project’’ filminin de aynen ‘‘Easy Rider’’ gibi Hollywood'da devrimci bir etki yapacağını düşünüyorum.
Aslında Oscar adayları listesine bakarsak bu etki henüz ortaya çıkabilmiş değil. Aday gösterilen hemen hemen bütün filmler büyük bütçeli, büyük starlı ve bilinen teknikleri kullanan, söyleme devrimci bir yenilik katiyen getirmeyen filmler.
Ancak ben yine de ‘‘Blair Cadısı’’ filminin etkilerinin sinemada uzun dönemde duyulacağını düşünüyorum. Bunun nedenini de yarın açalım...
Paylaş