Paylaş
Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Türkiye'de sanayi yoktu.
Bu nedenle devleti yönetenlerin alacağı tek bir karar vardı.
Hemen, en kısa süre içinde memleketin temel sanayisini kurmak gerekiyordu.
Vakit geçirilmeden büyük girişim başlatıldı.
Köylülük üzerindeki vergiler ağırlaştırılarak, kırsal kesimden aktarılan kaynaklar (isterseniz artık değer de diyebilirsiniz buna) tek bir hedefe, temel ağır sanayinin kurulmasına yöneltildi.
Bugün Türkiye'nin hálá daha ağır sanayisinin altyapısını oluşturan işletmeler, 1923 ile 1940 yılları arasında kurulmuştur.
Dünyada 1929 buhranının yaşanması da hükümetin çabalarını hızlandırmaya bir tür dürtü oluşturmuştur aslında.
***
Kapitalizmin normal evrim sürecinde hemen her azgelişmiş ülkelerde aynı seyir izlenir.
Emperyalist gücü elde tutan kapitalizmin merkez ülkeleri, azgelişmiş olarak da adlandırılabilecek çevre ülkelerde kendilerinin daha önce tamamlamış oldukları yatırımları, basit anlatımla modası geçmekte olan yatırımları desteklerler.
Batı, ağır temel sanayileşme hamlesini endüstriyel devrimde tamamlamıştı.
Dolayısıyla Türkiye gibi ülkelerde ağır sanayileşme hamlesi yapılmasının sistem açısından da bir sakıncası yoktu; çünkü bu tür bir sanayileşme, merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasında bir çatışma, bir rekabet katiyen yaratmıyordu.
Bu nedenledir ki özellikle başta Almanya olmak üzere ileri kapitalist ülkeler Türkiye'ye o dönemde aktif destek vermişlerdir.
***
1940'lı yıllarda Türkiye'nin önünde aslında tek bir alternatif duruyordu.
Artık kapitalist evrim sürecinin ikinci aşamasına geçilecek ve devletin kurmuş olduğu ağır sanayi üretimiyle desteklenen özel sektör yaratılacaktı.
Ancak ‘‘demokratikleşme’’ çabası normal evrim sürecini aksattı.
Ben zaten sadece bu nedenle bir süre önceki yazımda ‘‘Belki de Türkiye demokrasiye erken geçmiştir’’ diye yazmıştım.
Demokrat Parti tabii ki bütün söylemiyle kapitalist sistemden yanaydı.
Ancak partinin ekonomi-politiği, kapitalist sistemin o aşamada ihtiyaç duyduğu sermaye birikim modeliyle çatışmaktaydı.
Demokrat Parti, temelini bir önceki dönemde ağır sanayi hamlesine zorunlu olarak kaynak sağlayan, yani fakirleşen köylülüğe dayadı.
Onların kendi ekonomik durumlarındaki kötüleşmeye duydukları tepkiyi oya çevirdi.
Cumhuriyet Halk Partisi ise ne kadar halkçı olsa da o aşamada halk kavramları pek de köylülüğü kapsamıyordu.
Yani anlayacağınız, Demokrat Parti hareketinin daha henüz 1946'da fazla uzun sürmemesi gerektiği sistemin gerekleri açısından ortaya çıkmıştı.
Türkiye'nin gündeminde kapitalist yaratma işi vardı ve buna girişmesi gereken bir hükümetin bunun yerine köylülüğe kaynak aktarmaya başlaması kabul edilemez bir şeydi.
Bir gün 1960 ihtilalinin ekonomi-politiği yazılır ise bu tür konular detaylı olarak tartışılır umarım.
***
İhtilalden sonra devlet hemen kapitalist evrim sürecinin olması gereken ikinci aşamasına geçti.
İthal ikameci, korumacı sanayileşme modeli benimsendi.
Bugün büyük sanayici olarak tanıdığımız hemen tüm isimler, 1960-1970 arası dönemde devlet destekli olarak büyük yatırımlara başladılar.
Devlet, sanayiciye gerekebilecek altyapıyı, ara malları ve hammaddeyi düzenli olarak sağlayacak sistemi kurmuştu zaten.
Yapılacak iş, gerekli yardımları alıp sanayici olmaya kalmıştı.
Yanlış anlamayın bunu eleştirmiyorum; çünkü diğer ülkelere de baktığımızda kapitalist evrim süreci aynen bu modele uygun olarak yaşanmış, bunu görüyoruz.
Yani Türkiye'de olan bitenin o aşamaya kadarki bölümünde fazla olağanüstü bir şey yok.
***
Türkiye'de olağanüstü durum 1980'den sonra başladı.
Aslında olaylara yüzeysel bakanlar, Özal dönemini kapitalizmin Türkiye'de tam gelişmeye başladığı yıllar olarak görüyorlar.
Ben buna katılmıyorum.
Bence Özal dönemi, Türkiye'nin normal kapitalist evrim sürecini tersine döndürmeye başladığı yıllardır.
1980'e gelindiğinde Türkiye tüketici toplumu olmaya hazırdı aslında.
Ağır sanayi hamlesini tamamlamıştı büyük ölçüde.
Sanayi burjuvazisi, devlet kontrolünde olsa da yaratılmıştı.
Köylülük, Demokrat Parti döneminde yaşadıklarını tekrar yaşamak, para kazanmak istiyordu. (Adalet Partisi ve sonra DYP'nin hálá daha bu kesimden oy alması bu tarihi nedenden dolayıdır.)
İnsanlar gerçek bir orta sınıfa atlamaya hazırdı.
Anlayacağınız o dönem, bizim için aslında kaba Thatcherizm dönemi değil, Batı anlamında sosyalizm dönemiydi.
Çünkü bütün bunların yapılıp, kapitalizmi normal seyrinde tutabilmek için gelir dağılımını radikal biçimde iyileştirmeye gerek vardı.
Özal bunun yerine gelir dağılımını radikal biçimde bozdu.
Türkiye bir anda vahşi kapitalizmi yaşamaya başladı.
Vahşi kapitalizm de bugün yıkılan binaları, sorumsuz hükümetleri, ahlaksız sözde işadamlarını, ilkesiz para kazanıcıları doğurdu.
Türkiye acilen bir orta sınıf devrimine ihtiyaç duymaktadır.
Ve bugün bir yandan deprem bölgelerine herkesten çok yardım akıtıp bir yandan da hükümetlere verip veriştiren insanlar, Türkiye'de orta sınıf devriminin temellerini atmaktadırlar aslında.
Paylaş