Paylaş
ACI çekmek, devlet baskısı görmek, işkence altında kalmak, kurşunlanmak, coplanmak, sorgulanmak, haksızlığa uğramak, işsiz kalmak, sosyalist olabilmek için ne yeterli ne de gerekli önşarttır.
Zaten böyle olsaydı, yani bütün bunlar yeterli ve gerekli önşart olsaydı, o zaman bugün Türkiye'de sosyalistler çoğunlukta olurdu.
Sosyalist fikir, belirli bir sınıfın otomatikman sahipleneceği bir şey de değildir ne yazık ki.
Sosyalist olabilmek için ciddi bir teorik çalışma, okuma, yazma, çizme, hayat hakkında detaylı ve bilimsel düşünme gerekir.
***
‘‘Ben sosyalistim’’ diyen bir insanın nasıl bir hayatı özlediği, özlediği hayatı nasıl kurmayı planladığı, onun yaşam biçimine aynen yansır.
1980 darbesinin ikinci veya üçüncü ayıydı. Solcuların büyük acılar çekmeye başladıkları günlerdi.
Eskiden arkadaşım olan bir kişinin evine gittim bir gün. İngilizce bir metin yazılması gerekiyordu, benden yardım istemişlerdi.
Eve girdiğimde salonda şimdi adını vermeyeceğim ama o günlerde sisteme karşı silahlı mücadele yapmakta olan bir önemli grubun üst düzey yönetim kadrosu oturuyordu.
Herkes diken üstündeydi doğal olarak, ama rahat görünmeye çalışıyorduk.
Erkekler salonda koltuklara oturmuşlardı. Çoğu yarım bağdaş kurmuş şekildeydi, yani bir ayaklarını altlarına almışlar, sol dizlerini de göğüslerine çekmişlerdi.
Kadınlar sürekli hizmet halindeydiler.
Çay koyup kül tablası döküyorlardı, sonra boşalan bardakları tekrar dolduruyorlardı. Lafa da fazla karışmıyorlardı.
O gün söylemekten korktum ama, lider kadrosu bu şekilde olan bir grubun mücadelesini kazanması durumunda Türkiye'ye gelecek şey sosyalizm filan değil, olsa olsa feodalizmdi.
O gün orada bulunan arkadaşların bir bölümü çok ağır işkence çekti, bir bölümü de yakalanmadan öldürüldü.
Hepsini saygıyla anıyorum, ama hatalıydılar, bunu da söylemek gerekiyor.
***
Benim ‘‘lumpen sosyalizmden’’ kastettiğim budur. Türkiye'de sosyalist hareket içinde bu anlamda lumpenlik, yani feodal ilişkilerin ilericilik maskesi altında yaşanması olayı vardır.
Yılmaz Güney gerek yaşamı, gerek de sanatıyla bu feodal ilişkilerin ilericilik diye yaşanması olayına, sosyalist lumpenliğe katkısı büyük olmuştur.
Cinayet olayını gündeme getirmek istemiyorum, çünkü gerçekten de bazen sanatçıların yaşamlarında böylesine uç olaylar olabilir.
Ancak Yılmaz Güney veya onu koruyanlar, yıllar boyunca bu cinayeti onun yeğeni üzerine yıkmaya çalışmışlar, yeğen de feodal ilişkiler içinde bunu üstlenmiş, asıl daha da kötüsü, sol basın bunu yeğenin değil de Güney'in işlediğini söyleyenleri komplo kurmakla, faşistlikle suçlamıştır.
‘‘Yaptığı bir işin sorumluluğunu bu şekilde başkalarının üzerine atarak kurtulmaya çalışmak bir ‘sosyalist'e yakışır mıydı’’ diye sorsam, eminim ki buna cevap alamam.
Çünkü Güney’i çok sevdiklerini söyleyen insanlar yıllardır onun üzerine tek bir düşünce üretmemişler. Ne filmlerini, ne yazılarını, ne de yaşamını ciddi bir şekilde incelemişler.
Bundan kaçmışlar, çünkü inceleselerdi eğer alacakları sonuç ‘‘inançlarına’’ karşı olabilirdi ki tabii buna da tahammülleri katiyen yok.
Ben şimdi Doğan Hızlan'dan bunu bekliyorum. Çünkü Sayın Hızlan ‘‘genç’’ olarak tanımladığı, aralarında benim de bulunduğum birkaç kişiye öğütler vermeye çalıştığı yazısında yine ‘‘inanç’’ düzeyinde kalmakla yetinmiş.
Yılmaz'ın büyük bir sanatçı olduğunu tekrarlayarak inandırma taktiği yerine neden böyle olduğunu anlatmaya çalışırsa, eminim ki hepimiz aydınlanacağız.
***
Güney'in bütün filmlerinde kadın meselesi ‘‘feodal’’ bakışla ele alınır.
Arkadaş filminde, ter kokmayayım diye deodorant süren insanlar müstehzi bakışlarla aşağılanmışlardır. Keza bikini giyen kadınlar da ‘‘burjuvazinin en kötü öğeleri’’ olarak sembolize edilmiştir.
Bütün bu ilkellikleri bir yana bırakın, filmin kısacık süren ama yarattığı sembol nedeniyle çok da önemli olan bir sahnesinde Güney, silahı gösterir ve bunu da çantasına koyar.
Çözüm ortada, hedef de belirgindir.
Acaba dün bahsettiğim ilerici çetesinden bir Allah'ın kulu, bu silah teşhiri olayı nedeniyle kaç gencin kafasına yanlış mücadele yöntemi kazındığını, kaç insanın canından olduğunu acaba düşünmüş müdür?
Hayır düşünmüyorlar, ama bunun düşünülmesi gerektiğini söyleyenlere hemen saldırmaya, terbiyesizleşmeye hazırlar.
Bundan sonraki yazılarımda, benim açımdan önemsiz olan Ali Sirmen, Atilla Dorsay gibi yazı yazmaya çalışan kişilere de değineceğim yeri gelince, ama teorik çerçevede çok daha önemli sorunlar var. Bunlar da yarın...
Paylaş