Öğretmenler Günü

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Bütün her şeyimizi borçlu olduğumuz öğretmenlerdir denildi dün bütün gün.

Gerçi akşam saatleri itibariyle bu düşünce tamamen unutuldu ama olsun, dün öğretmenlerindi.

Şimdi benim anlamadığım bir şey var...

Eğer denilen doğruysa ve 1997 yılı 25 Kasım'ı itibariyle Türk milleti şu andaki bütün her şeyini öğretmenlerine borçluysa o zaman ortada feci bir sorun var demektir.

Zira etrafımıza baktığımızda üçkâğıtçılığın, aptallığın, karaktersizliğin ve saldırganlığın inanılmaz derecede arttığını görmekteyiz.

Durum böyle olunca ya her şeyimizi öğretmenlere kesinlikle borçlu değiliz ya da borçluysak eğer o zaman da öğretmenlerde bir tuhaflık var demektir.

* * *

Konuya hemen bilimsel bir açıklık getirmeliyim. Benim Türkler'e güvenim sonsuz.

Bu memleketin insanlarında çok derinlerde yatan bir nüve olduğunu gayet iyi biliyorum.

Bu nüveyi değiştirmek neredeyse imkânsız.

İsterseniz yıllarca eğitin, isterseniz eğitmekten bıkıp dövün, ne yaparsanız yapın bizim memleket çocuklarında nüve aynı kalır.

Halk dilinde ‘Bildiğini okumak’ diye adlandırılan durum o kadar vahimdir ki aslında, nüvesi tuhaf olan Türk vatandaşına rasyonel bir fikri kabul ettirmek kadar imkânsız bir şey dünyada katiyen yoktur. Bu nedenle ben sorunun öğretmenlerimizde olduğuna inanmıyorum.

Sorun o içimizde erişilmeyen yerdedir ve öğretmen ne yaparsa yapsın, doğuştan yamuk olan insanları düzeltmesi mümkün değildir.

Türkiye'de bugün sorun, karakteri yamuk olanların sayısının büyük bir patlama göstermiş olmasıdır. Azınlıkta kalan nüfus ise ne yapacağını bilemez şekilde etrafta olan biteni izlemekte ve hüzünlenmektedir.

* * *

Benim de öğretmenlerimle ilgili anılarım var tabii.

En büyük anım ise dayaklardır.

Gerçi ben korkak bir çocuk olduğumdan ve arkadaşlarımı ispiyonlayarak göze girdiğimden o dönemde fazla dayak yemedim.

Daha doğrusu öğretmenlerimden yemedim. İspiyonladığım arkadaşlarım dışarıda beni tabii ki dövdüler.

Ama buna razıydım, çünkü arkadaşlarım öğretmenlerimiz kadar kuvvetli değildiler.

O yıllarda Türk ilkokullarında dayak atma konusunda sınıf, din ve ırk ayrımı katiyen gözetilmiyordu.

Kürt kökenli vatandaşlarımızın cumhuriyetin bekçileri tarafından yıllardır baskı altında tutulduğunu iddia eden entelektüeller benim okuduğum sınıfta okumuş olsalardı eğer, bugün ‘‘Dünya Ezilmiş Türkler Derneği’’ başkanlığına bile aday olacak hale bile gelebilirlerdi.

Bizim hocalarımız Kürt, Türk demeden herkesi aynı şiddetle döverlerdi.

Bazen öğretmenlerimiz belirli zaman aralıklarında sadece bir çocuğa takarlar ve ne olursa olsun hep onu pataklarlardı.

Diyelim bunu adı Hasan olsun.

Gülgün çığlık atarak iskemleleri sınıf dışındaki koridora attı diyelim.

Hoca gelir ve yine Hasan'ı döverdi.

Allah'tan Hasan hem Türk, hem de zengin çocuğuydu.

Yoksa bu olay hakkında ibret olsun diye bir yerli film, bir dizi ve iki de uzun roman yazılması kaçınılmazdı.

Sonra bu folklorik olay hakkında türkü de çığrılırdı mutlaka.

Ve hatta Hasan ilerki yıllarda popülistlerin poster modeli bile olup, parti flamalarında göndere çekilebilirdi.

* * *

Sürekli tek çocuğun dayak yemesi bizim için sadece görünürde iyi bir şeydi.

Ama gerçek asla öyle değildi.

Beş veya altıncı dayaktan sonra hepimizin kafasına bir kuşku düşerdi.

Öğretmenin daima aynı çocuğu pataklamasının bizi sevmediği anlamına gelebileceği şüphesi ortaya çıkardı.

Bundan sonra onun bizi de dövmesi için elimizden geleni ardımıza koymazdık.

Öğretmen bir süre daha bizim yaptıklarımız nedeniyle de yine Hasan'ı döverdi.

Ama sonunda onu öylesine muhteşem bir şekilde provake ederdik ki Hasan'ı unutup ilgisini bize çevirirdi.

Sonra o mutlu biz mutlu öylesine yaşayıp giderdik işte.

* * *

Gerçi ilkokullarda o dönemde dayak bütün ülkelerde vardı. Ancak Türkiye'de durum diğer ülkelerinkinden biraz farklıydı.

Diğer ülkelerde çocuklar ya üç ya da bilemediniz dördüncü sınıfa kadar dayak yerlerdi.

Türkiye'de ise insanların dayak yemesi tehditi altında yaşaması biraz daha uzun zaman alıyordu.

Bu süre yaklaşık 60 küsur yıl filandı. Şimdi ortalama yaşama süresi biraz daha arttığı için süre de 70 yıla yaklaştı.

Gerçi dayak atan otorite yaş ilerledikçe değişiyordu ama olsun yine de bize dayak atmayı becerebilen bir öğretmen figürüne her zaman ihtiyaç duymuşuzdur.

Bu kavramsal çerçeveyi biraz zorlarsanız Türkiye'nin siyasi tarihinin en doğru yorumuna da ulaşırsınız.

Meseleye bu açından bakıldığında dün atılan slogan da gerçekten doğrudur.

Bu millet her şeyini gerçekten öğretmenlerine borçludur.

Yazarın Tüm Yazıları