Paylaş
Türkiye'de sistem kendiliğinden değil, dış dünyadan gelen bir etkileşim sonucunda değişime uğramaktadır hep.
Bunu söylerken memlekette iç dinamiklerin hiçbir rolü olmadığını söylemiyorum elbette. Ancak iç dinamikler öyle yapılanmıştır ki bu ülkede, ‘‘Değiş’’ sinyalini dışarıdan almadan harekete geçememektedirler.
1930'lu yıllara, 1946'ya, 1960'lı yıllara, 1980'e bakın, her değişim döneminde dış dünyanın belirleyici etkisini tespit edebilirsiniz.
Bu da son derece normaldir aslında.
Türkiye kapitalist sistem içinde siyasi açıdan aktif bir üye olarak kalma kararını almıştır.
Bu karar bir kez alındıktan sonra ve sistem içinde periferik (çevre, bağımlı) ülke olarak kalındığı sürece dış etkenin baş belirleyici olmasından daha doğal başka bir şey yoktur.
***
En son büyük değişim dönemi olan 1980'li yıllarda Türkiye kapitalist piyasa sisteminin gerektirdiği rasyonel kararları hayata geçirmiştir.
Merkez ülkeler Türkiye'de modern kapitalist kurumların yerleşmesini o dönemde aktif biçimde desteklemiş, Turgut Özal da bunun gereğini yapmıştır.
‘‘Gereğini yapmıştır’’ lafını da bilinçli olarak kullanıyorum, çünkü her dönemin kendine özgü dış etkeni ve dinamiği, kendisine uyan bir lideri şöyle ya da böyle ortaya çıkarır.
***
Peki ama kapitalist sistemin merkezlerinden de desteklenen değişim süreçleri bile Türkiye'de neden her zaman bir büyük krizle noktalanmaktadır?
Çünkü ülkedeki hákim siyasi sistem ekonomik altyapıda sürekli yaşayan değişime ayak uydurmaya direnmektedir.
Türkiye'de modern kapitalist merkez ülkelerde var olan her türlü kurum vardır ancak bu modern kurumsal yapılar feodal yöntemlerle işletilir ve temelleri 1950'lerde atılan para ve çıkar dağıtma sistemi hálá daha sürdürülmek istenir.
Türkiye'de işadamının siyasetçiye, siyasetçinin de işadamına bağımlı olması, kamu bankalarının siyasi yandaş finansmanında kullanılması bu feodal sistemin en belirgin özellikleridir.
***
İşte merkez ülkeler Türkiye'nin bu ikili yapısının artık devam edemeyeceğine karar verdiler. Çünkü bu sistem dünyada yerleştirilmeye çalışılan yeni düzene uyumsuzluğu nedeniyle büyük sorun olmaya başladı.
Bir yanda modern kapitalist kurumlar yerleştirilmeye çalışılırken bir yanda da siyasetçi-işadamı feodal ilişkisinin, kamunun paralarının ulufe olarak dağıtılmasının sürmesi mümkün değildi.
Bu ikili yapının aynı zamanda rüşvet, yolsuzluk ve namussuzluk üreten bir yapı olduğu ve modern kapitalizmin artık bu kavramları sisteminden elemeye karar verdiği hatırlanırsa Türkiye'ye bu dönemde gelen ‘‘Değiş’’ sinyalinin ne kadar da güçlü olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Bugünkü liderler eski yapıya ait olan, ancak o yapının oyun kurallarıyla ayakta durabilen insanlardır.
Bu değişim döneminin uygulayıcılık ihalesi de zorunlu olarak Kemal Derviş'e kalmıştır. Zorunlu olarak ona kalmıştır çünkü var olan liderler direniş halindedirler değişime.
Derviş de Özal gibi yapılması gerekeni yapacaktır, bundan kaçış yok.
Sadece bu dönemde eski liderler ellerinden kaçıp gitmeye başlayan eski sistemi korumak için mücadele edeceklerdir. Bu sisteme bağımlı hale gelenlerden destek de alacaklardır.
Onların Türkiye'ye zarar vermelerini önlemek gerekir.
Bugün seçim yapılsın demenin gerçekçi bir yanı yok. Bir faydası da olmaz bugün seçim istemenin, çünkü Türkiye seçimlerin geleneksel finanse edilme biçimini de ortadan kaldırmaya yönelik adımları daha yeni atmış durumdadır.
Sistemi temizlemek ve merkez ülkelerce de talep edilen rasyonel düzeyine çekebilmek için 2 yıla ihtiyaç var.
Önümüzdeki bu iki yılda 28 Şubat söyleminin de sona ereceğini umut ediyorum, çünkü askerin de bu söyleme sahip çıkar görünümü veren sivillerce yaratılmış olan yolsuzluk ekonomisinden son derece rahatsız olduğunu tahmin ediyorum.
Bu iki yıllık temizlenme döneminde Türkiye'de yeni başlayacak oyunun kuralları yeni liderleri de ortaya çıkaracaktır.
Önümüzdeki dönem Derviş'te sembolize olan yeni anlayışla eski dönemin temsilcileri arasındaki büyük mücadeleye sahne olacaktır.
Tarafınızı net seçin ve tercihinizi belli edin. Sistem o zaman daha da kolay temizlenecektir.
Paylaş