Paylaş
Korkunç bir şey ama, galiba hızla yaşlanıyorum. Huyum değişmeye başladı.
Eskiden detaylara önem vermezdim. Memlekette iç savaş koşullarının olması bile benim açımdan bir detaydı.
Şimdi ise en küçük şeyi kafaya takabiliyorum.
Ve bütün hayatım birden o detay üzerine yoğunlaşıyor. Elimde olmadan yapıyorum bunu.
Bu hızla gider isem en fazla iki yıl sonra elimde baston, sokakta kendi kendime konuşarak dolaşacağım ve beni rahatsız eden şeyleri bastonumla işaret edip, bunlara yüksek sesle bağıracağım.
*
Abarttığımı sanıyorsanız, şimdi yazacaklarımın hayal ürünü olmadığını söylediğimde bana inanacaksınız.
Pazartesi akşamı gece yarısına doğru Halloween filmi vardı. Sonraları dizi halinde çekilen birçok Halloween filminin ilkiydi bu.
Bunu seyretmeye karar verdim.
O saatlerde iki kedinin alabildiğince özgür dolaştığı bir evde, tek başına korku filmi seyretmek aslında yanlış bir kararmış, bunu sonradan anladım.
Filmde gerilim basit, ama usta hilelerle artırılmış.
Tam Michael Mayers adındaki katil kötü bir şey yapacak, bizim evde gümbürt diye ses oluyor.
Ya bir kedi diğerini boğmaya çalışıyor, ya da ekmek çalmaktan hoşlanan kedi bir koca somunu alayım derken hep birlikte yere düşüyorlar.
Veya cani, tam kadının arkasından sessizce yaklaşırken kovalamaca oynamaya başlayan bizimkiler, birden benim üzerime atlıyorlar.
Özet olarak bu koşullar altında korku filmi seyredilmesini kimseye tavsiye etmiyorum.
*
Filmin ilk on dakikasında önce suratını görmediğiniz katil evin içinde dolaşıyor, mutfağa girip bıçağı alıyor, üst odaya çıkıyor.
Çıplak kadın onu görünce ‘‘Michael’’ diye haykırıyor. Katil, kadını defalarca bıçakladıktan sonra aşağıya iniyor. Evin kapısından çıkıyor.
Tam bu sırada evin önünde duran bir arabadan çıkan adam ile kadın ona doğru yürüyorlar.
Adam ‘‘Michael ne yaptın?’’ diyor.
Ve kamera önden çekimle geriye doğru giderken katilin ‘‘Cadılar Bayramı’’ nedeniyle giydiği maskeyi kadın çıkarıyor.
İşte o anda seyirci Michael'ın henüz dört yaşında bir çocuk olduğunu, yukarıda kız kardeşini bıçakladığını anlıyor.
O sahne dehşet verici. Michael Mayers elinde kan damlayan bıçak, suratında şiddet dolu bir ifadeyle sabit olarak ekrana bakmaktadır.
Anne ile baba diz çökmüş, onu izlemektedirler.
Kamera bu görüntüyü karartır, yıllar sonraya atlanır.
*
Aradan 17 yıl geçmiştir.
Doktor, hemşirenin kullandığı arabayla Michael'ın o geceden beri tutulduğu akıl hastanesine gitmektedir.
Yolda Michael'ın nasıl da tehlikeli bir akıl hastası olduğunu, hayat boyu dışarıya salınmaması gerektiğini anlatır.
Tam kapıya geldiklerinde tımarhanenin tel örgüleri arkasında dolaşan bir kişi görülür.
Doktor, arabadan çıkar.
Bu sırada tel örgülerin üzerinden kanlı elbiseli bir adam arabaya atlar.
Korkunç elleriyle camı kırar, hemşireyi öldürmeye çalışır.
Hemşire son anda kurtulur, Michael arabaya atlar.
Sürer gider.
*
MICHAEL ARABA KULLANMAYI NASIL ÖĞRENDİ?
Dört yaşında ilk cinayetini işlemişti.
O günden bu yana tımarhanede kapalı.
Üstelik tehlikeli olduğundan hücrede tutuluyor.
Peki o zaman Michael'ın dışarıya ilk adımını atar atmaz, mükemmel bir şekilde araba kullanabilmesi çelişki değil mi?
Bu senaryoyu hangi geri zekâlı yazdı? Bu çelişkiyi filmin ilk çıktığı günden bu yana görmeyen seyirciler uyuyor mu?
*
Hâlâ daha bu sorulara cevap bulamadım. Şimdi diyeceksiniz ki ne abuk şey bu, başka işin mi yok buna kafayı takacak kadar? Ben de diyeceğim ki, evet yok başka işim.
Varsa da onları erteliyorumdur; çünkü bu şeyleri kafaya takmak benim elimde olan bir şey değil.
İhtiyarlıyorum dedim ya size, anlamıyor musunuz?
*
O gece uyku kalmadı.
Sabah dünyaya daha olumlu bakmaya kaar vererek uyanmıştım.
Detaylarla uğraşmamaya çalıştım uzun süre.
Sırf bu nedenle genelde saat 8.00 ile 10.00 arasında beni sinirlendirmelerine izin verdiğim köşe yazarlarını bile okumadım. Şöyle bir baktım sadece başlıklara.
Ama olmuyor işte, hayat bazen izin vermiyor rahat etmeme.
Bütün bu olumluluklar Hürriyet ile Sabah'ın İstanbul eklerini elime alıncaya kadar sürdü.
Şimdi size her iki ekin birinci sayfasında dün yer alan hava durumu raporlarını aktarıyorum:
15 Aralık 1998 Salı, Hürriyet İstanbul: En düşük 6, en yüksek 13 derece.
15 Aralık 1998 Salı, Sabah İstanbul: En düşük 2, en yüksek 8 derece.
Size bir şey söyleyeyim mi, temelde yüzölçümü Teksas eyaletinden küçük olan bir ülkede hava durumunun iki yayın organında birbirinden bu kadar farklı olabilmesi, gerçek bir dünya rekorudur, bu da biline.
Basın sektöründeki şiddetli rekabetin işi bu noktaya getireceği belliydi.
Artık sadece yayında değil, hava tahmininde bile rekabet var. Kimin tahmini daha tutarsa o daha çok prestij kazanacak.
Bu arada en sağlamını da NTV yapıyor. Onlar hava tahminlerini İngiltere'den aldıklarından, yanlış da çıksalar sonuçta İngilizler'i suçlayarak sorumluluktan kurtuluyorlar.
Paylaş