Serdar Turgut: Nasıl bir toplum istiyoruz






Serdar TURGUT
Haberin Devamı

BUGÜN Türkiye'de muazzam bir ‘‘değerler boşluğu’’ var. Aslında benim de içinde bulunduğum ‘‘Resmi Türkiye’’de var bu değerler boşluğu.

‘‘Gayri resmi Türkiye’’de ise değerler boşluğu yaşanmıyor; çünkü dine atıfta bulunularak yaratılmaya çalışılan bir değer ve ahlak yapısı var orada.

Şimdi tabii ki ‘‘Resmi Türkiye’’ diye adlandırdığım bölgede birey olarak insanların dine atıflı bir yaşamı tamamen dışladıklarını filan söylemiyorum.

Ancak burada önemli olan, teorik düzlemde yapılması gereken şey, söylemlerin incelenmesi. ‘‘Resmi Türkiye’’nin söyleminde dine atıf yok hiçbir zaman.

Resmi Türkiye'de insanların hayatla ilgili kararlarını, davranışlarını ve düşüncelerini ‘‘başka bir şeylerin’’ belirlemesi gerekiyor bu nedenle.

Bu ‘‘başka bir şeylerin’’ ne olması gerektiği konusunda ise çok da net bir tercih yok.

Değerlerin oluşmasında neyin belirleyici olmaması gerektiği konusunda kararı almak kolay. Ancak sonra çıkan boşluğu doldurmak hiç de kolay değil.

Çünkü işin içine ahlaki boyut giriyor ve felsefi anlamda ‘‘ahlak’’ aslında bireye yol gösterici olan, bireyi belirleyen, anlaşılması ve anlatılması son derece zor bir kavram.

Dini söylemin resmi Türkiye'de ahlaki tercihleri belirleyici olmaması gerektiği kararı verildiğinde, ki ben bunun doğru bir karar olduğunu savunageldim hep, o zaman öylesine kuvvetli bir söylem yaratacaksınız ki boşluk doğmayacak toplumda.

Bunu başarabilmek için ise büyük bir entelektüel çaba gerekiyor.

Toplumsal yapısı sağlam olan toplumlarda bu ancak benim dün yazdığım süreç sonunda başarılabilmiş.

Yani dini duygularına atıfta bulunmadan bilgi yoluyla kimliğini oluşturabilmiş azınlık ile dini duygularına sürekli atıfta bulunan kimliğine bilgi yoluyla ulaşmış azınlık arasında bir diyalog kurulmuş, bu uzun süre devam etmiş ve karşılıklı ‘‘fikir alışverişi’’ sonucunda ortak bir zeminde buluşulmuş.

Toplum, oluşturulan bu ortak zeminde sağlam temellere ancak o zaman oturabilmiş.

* * *

İşte bu noktada Türkiye'de durumu neden vahim gördüğümü açıklayabilirim sanıyorum.

Böylesine bir fikir alışverişini ‘‘Resmi Türkiye’’ ilke olarak reddediyor. Dinci olarak nitelendirilen kesimde ise son dönemde, o kesimin içinde belirleyici olabilecek bazı insanlardan ‘‘diyaloğa girilmesi gereklidir’’ türünden laflar işitiliyor. Bunların samimiyet düzeyini ölçecek bilgiye ben sahip değilim, onun için bu mesaj konusunda fikir beyan edemem.

Ancak şu kesin ki, olası bir diyaloğa hazırlık en azından görüntüde onların söylemlerinde ortaya çıkmaya başladı son dönemde.

‘‘Resmi Türkiye’’ ise reddettiği değerler ve ahlak kümesi yerine neyi koyması gerektiği konusunda çok da fazla gayret sarf etmiyor.

Türkiye'de birkaç istisna dışında filozof yok. Felsefi düşünce üretilmiyor bu ülkede. Bilgi ve entelektüel çaba kavramları da neredeyse küçük görülüyor bir kesimde.

Doğan toplumsal değerler boşluğu Atatürkçülük, milliyetçilik gibi aslında bu yazıda anlattığım türde bir toplumsal ahlaki yapı oluşturmaya içerik olarak yetmesi mümkün olmayan kavramlarla doldurulmaya çalışılıyor.

Yani bir diyaloğun başlatılması durumunda bile sadece bir taraf buna entelektüel olarak hazırlıklı olacak.

Hayat hakkında, bireysel yaşamın nasıl olması gerektiği konusunda, ahlak meseleleri konusunda konuşmaya, ‘‘Resmi Türkiye’’ entelektüel düzeyde katiyen hazır değil. Bu konuları ideolojiyle, siyasetle, tamamını anlamayı reddettiği tarihine yaptığı atıflarla aşmaya çalışıyor, ama bu da tabii ki mümkün değil.

Bu arada topluma hákim kılınan söylemde ‘‘dinci’’ olarak nitelendirilen kesimde ise dün belirttiğim gibi müthiş bir öğrenme, bilgilenme ve sorgulama faaliyeti var. Dolayısıyla olası bir diyaloğun sonucu, tek taraflı belirlenecek bu durumda.

Ortak zemin oluşturulma işinin tek taraflı olarak, yani bir diyalog süreci başlasa bile tek taraflı olarak belirlenmesi ihtimali ise son derece tehlikeli.

Çünkü tek taraflı belirlenen zemin, tanım gereği ‘‘ortak’’ olamayacağına göre, Türkiye her durumda yine ortak zemini olmadan ayakta tutulan bir ülke haline gelecek ve biz toplum olarak aradığımız huzuru yine bulamama tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.

(Yarın: Bu tehlike nasıl aşılacak?)

Yazarın Tüm Yazıları