Paylaş
Dün yazıyı yazarken heyecanlanıp bir yanlış yapmışım. Minibüs şoförünün elinde tek adet şov bileti vardı, birkaç tane değil.
Şimdi minibüsteki uzun sessizlik anından sonra dün bıraktığımız yere dönelim ve şoförün aniden ‘‘İbo şova kim gitmek ister?’’ diye bağırmasından sonra olanlara bakalım.
***
(Çocuğuyla oturmakta olan orta yaşlı bayan, İbo şov lafını duyar duymaz şoförün elindeki bileti kapıverdi.
Öndeki bayan da, genç kızlar da bileti almak için hamle yapmışlardı aslında.
Minibüs içindeki istatistiki ortam Türkiye'de İbrahim Tatlıses'i seven kadın oranının yüzde 100 olduğuna işaret ediyor.
Ha, bu arada dün söylemeyi ihmal ettim, kadının yanındaki 6-7 yaşlarındaki çocuk minibüse bindiği andan itibaren her iki veya üç dakikada bir ‘‘Anne ayağım kaşınıyor’’ diye söyleniyor.
Bayan oralı değil. Minibüs içinde bir tek ben buna sinirleniyordum anlaşılan. Çocuk konuştukça benim beynim Freudgil bir kopuş yaşayarak elinde olmadan Erik Von Stroheim'ın oynadığı ‘‘The Heart of Humanity’’ adlı filmde geçen sahneyi hatırlıyordu.
Hani şu Sroheim'ın bebeği tuttuğu gibi pencereden dışarıya attığı sahne var ya, işte o sahne canım.)
Bileti kapan kadın: Gideceğim şova ve İbo'yla Kürtçe konuşup sohbet edeceğim.
Şoför: (kızlara dönerek) Size de bilet bulurdum aslında. Bende üç bilet vardı ikisini kız kardeşime verdim. O da bir kız arkadaşını ayarlamış şova gitmek için. Onu aramamış olsaydı kız kardeşimin cep telefonunu verirdim onunla konuşup bileti alırdınız.
(Ben tabii insanların böylesine ani ailevi yakınlaşmaya hazır olmalarını katiyen anlayamıyorum. Mesela hemen üstte geçen konuşmayı benim yapabilmem için bilet teklif ettiğim bayanı minimum 15 yıldır filan tanıyor olmam gerekir.)
Maça giden birinci genç: Peki sen nasıl buluyorsun bu kadar bileti kolayca.
Şoför: Şovun çekildiği yerde kapıda bir bekçi var, ona azıcık yalvarıp kendini acındırırsan o veriyor biletleri. (Sonra bileti alan kadına dönerek) Sen aman şovun çekildiği stüdyoda sol tarafa değil de sağ tarafa otur. Sağ tarafta oturanları kamera çekiyor, seni de çekerler. Bir de İbo iki şovu üst üste çekiyor. Stüdyoda bir yolunu bulup kalabilirsen saat ikiden (14.00) saat 11'e (23.00) kadar İbo'yu izleyebilirsin.
(9 saat hiç durmadan İbo'yu seyretmek bu ülke insanına neden bu kadar harikulade geliyor, bu muammayı çözmeden memlekette hiçbir sorunu gerçekten çözebilmek için adım atabilmemiz mümkün değil.)
(Bu arada çocuk yine ‘‘Anne ayağım kaşınıyor’’ dedi. Anne nihayet tepki verdi, çocuğun ayakkabısını çıkarıp ayağını kaşımaya başladı ve bu arada nedense bizim tarafa dönerek...)
Bileti kapan kadın: Geçenlerde ayağına kaynar çay dökülmüştü. Ayağının altı kabuk bağladı. Çok kaşınıyor.
(Neden böylesine özel şeyleri bilgi olarak hiç tanımadığımız ve bir daha da görmemiz mümkün olmayan kişilere anlatmakta sakınca duymuyoruz ey Allahım. Bu muammayı da bir an önce çözmek zorundayız.)
(Ben tabii bu soruya cevap veremedim ve sadece gülümsemeye çalıştım.)
(Neyse ki çocuklu kadın biraz sonra indi. O iner inmez de minibüste kalanlar arkasından dedikodu yapmaya başladılar. Zaten minibüs içinde kalınma süresinin uzunluğu nedeniyle herkes arkadaş olmaya başlamıştı (ben hariç) ve tabii ki Türkiye'de arkadaşların birbirleri aleyhine arkadan konuşması da normaldi.)
Şoför: Bak şuna bir ya bir teşekkür bile etmedi. Bir de diyor ki İbo'yla Kürtçe konuşacakmış. Yahu sanki İbo seni bekliyordu ha. Yani sen gider gitmez İbo işi gücü bırakacak milletle sohbet edecek sanki... Zaten bu kadın konuşmaz be, bu oynayıcı, oynayıcı.
(Herkes tasdik etti bunu. Bir tek ben ne denildiğini anlamadım ve ilk kez konuştum...)
Ben: Ne demek oynayıcı?
(Bu cahil de kim demek istercesine kınayan şekilde bana baktılar.)
Şoför: Göbek atacak bu belli. İzleyin bakın görün İbo ilk şarkıya başlar başlamaz bu kendini sahneye atıp oynamaya başlayacak.
(Nerden anladığını soramadım çünkü mutlaka rasyonel görünümlü bir cevap verecektir, bundan korktum.
Bu arada maça giden oğlanlar indi minibüsten. Şoför arabaya biner binmez kendisini azarlayan kadını rahatsız etmemek için onları binbir güçlükle kendi tarafındaki kapıdan indirdi. Tabii onlar iner inmez de bu sefer de herkes onlar aleyhine konuşmaya başladı.
Varılan konsensüse göre onlar iyi, hoş çocuktular ama biraz gürültücüydüler.
Sonra azarlayan bayan indi. Ben şofürün onun aleyhine çok konuşacağını zannederken adam beni yanıltıp tek kelime söylemedi.
Onun yerine kadının koltuğa elindeki paketten düşürmüş olduğu tek bir fıstık tanesini aldı, kabuğunu çıkardı ve yedi. ‘‘Pek de nefismiş’’ dedi.
Taksim'e geldik ben de indim.
Bu arada beni en çok şaşırtan şeylerden bir tanesi de minibüste iki saat geçirmiş olmamıza rağmen ne gençlerin maça ne de kızların operaya geç kalmamış olmalarıydı.
Paylaş