Paylaş
Aşağıdaki konuşmalar 23 Şubat Çarşamba akşamı saat 18.30 civarında Bostancı'dan Taksim'e gitmekte olan minibüsün içinde yapıldı.
Ben bütün olan bitende sadece izleyici pozisyonundaydım gayet tabii ki.
Yanlış bir şey söylerim diye korkudan ağzımı fazla açmamaya özen gösterdim.
Halktan tamamen soyutlanmış bir kişi olarak başka türlü olabilmesi de imkánsızdı zaten.
Sadece birkaç kez araya girerek anlamadığım şeyleri sormak zorunda kaldım, o kadar.
Tabii bütün bu konuşmalar olurken yanımda teyp yoktu, cümleleri aynen yazamıyorum bu yüzden ancak emin olun ki anlamda bir çarpıtma mümkün değil.
(Not: Bu arada bir açıklama yapmak istiyorum. 17 yıldır gazetecilik yapıyorum, hiç teyp kullanmadım. Başbakanların 3-4 saat süren basın toplantılarını bile kısa notlara bakarak yazdım. Bunu yapmamdaki tek neden istisnasız bütün başbakanların ve bakanların aslında son derece sıkıcı konuşmaları ve onların dediklerini aynen yazmam durumunda gazetede hayatta manşet olmamın imkánsız olduğunu çok erken kavramış olmamdı. Ne manşetler yazdım, bir bilseniz! Bilmem anlatabiliyor muyum?)
Bu minibüste geçen 2 saate yakın zamanda (evet 2 saat dedim, artık Bostancı'dan Taksim'e o saatlerde iki saatten önce varmak mümkün değil. İçerdeki sohbetin koyuluğu ve samimiliği de bu nedenden kaynaklanıyor zaten) Türkiye hakkında çok iyi bir fikir edinmek mümkün oldu bence.
Buna ‘minibüs sosyolojisi’ de diyebilirsiniz.
Yazının bundan sonrasında ben sadece arada bir parantezler açarak konuya müdahale edeceğim.
***
(Yola çıkılan ilk anda önde şoförün yanında iki genç adam oturuyor. Ellerinde Türk bayrakları var. Arada iki genç kız, onların arkasında bir orta yaşlı bayan ve çocuğu var. Ben en arkadayım. Minibüste hep oraya otururum çünkü önde oturanların arkadakilerin parasını şoföre, paranın üstünü de tekrar arkaya geçirmekten dolayı hapı yuttuklarını tecrübeyle bilirim.)
Şoför: Gençler nereye bakalım?
Birinci genç adam: Maça.
Şoför: Kimin maçı var?
(Özür dilerim hemen araya girmem gerekti. Çünkü gençlerin elinde Türk bayrakları varken kimin maçı var diye sorması bana abuk gelmişti o an. Ama yanılıyor da olabilirim.)
İkinci genç adam: Milli takımın maçı var.
Şoför: (Aşırı ajite oldu.) O zaman sizi mutlaka maça yetiştirmeliyim, İkinci köprüden gideriz.
Genç kızlar aynı anda: Ama biz operaya gidiyoruz geç kalırız.
(O anda öndeki iki genç arkadaki kızların varlığını keşfetti. Ve aynen yine o anda milli maçı tamamen unutuverdiler.)
İkinci genç adam: (kızlara dönerek) Bırakın ya operayı filan, gelin birlikte maça gidelim. Ne yapacaksınız operada akşam akşam.
(Ben eski kuşaktan olduğum için bu gibi durumlarda kızların konuşan adama bir tokat atıp ‘Sen işine baksana serseri’ demesi gerektiğini düşünürüm. Biz öyle büyüdük, ne yapayım yani. Ama artık öyle olmuyor çünkü çok sıkı bir muhabbet başladı dördü arasında. Kızlar bir türlü ikna olmuyorlar maça gitmeye ama bu arada aralarında yakınlaşma matematiksel ivmeyle hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. İstanbul'daki trafik sorunu böyle devam ederse iki üç yıl sonra böyle bir durumda gençler minibüste evlenip, birbirlerinden sıkılıp da boşanacak kadar zamana sahip olacaklar büyük ihtimalle. Ben bu arada hayran biçimde iki genç adamın operasyonunu izlemekteyim.)
(Uzunca bir süre sonra) İkinci genç kız: Sizle buluşmayalım ama internette ‘chat’ yapalım olur mu?
Şoför: O da ne ya, ne yapacak mışınız?
İlk genç adam: Ama o çok soğuk bir şey, biz daha sıcak ilişki istiyoruz. (Hayret! Yine tokat atmadılar.)
(Bu arada iki genç adam şoförü unuttular tamamen, ama o onları unutmadı çünkü iki genç birer kahraman. Çünkü milli maça gidiyorlar. Şoförün tavrının böyle olduğunu bir adım sonra gelişen olayla anladım.)
(Ön tarafa bir bayan daha bindi. İki genç o rahatsız olmasın diye şoföre doğru yanaştılar. Ancak şoför kahramanlarının böyle rahatsız olmasına kalbi dayanamayarak...
Şoför: (gençlere doğru) Canım rahatsız olmayın siz, bayan biraz sıkışır önemli değil.
Son binen bayan: Baksana sen. Sen ilk kez gördüğün bir bayanla nasıl böyle konuşuyorsun. Haddini bil lütfen.
(Gençler hemen yana kaydı. Şoför bu azardan sonra gençleri stadyuma gelindiğinde indirmek için kendisi aşağıya indi, kadını rahatsız etmemek için gençleri şoför mahallinden geçirerek dışarıya çıkardı.)
(Bu azardan sonra minibüsün içinde uzun bir sesizlik oldu. Ve sesizlik birden, bir minibüsün içinde olmaması gereken tek şeyle bozuluverdi aniden. Şoför torpido gözünden birkaç bilet çıkardı, bunları havada salladı ve...)
Şoför: Kimler İbo Şov'a gitmek ister, bende biletler var.
(Dedi. Olay bundan sonra daha da fantastik hale geliyor. Yarın devam ederiz.)
Paylaş