Serdar Turgut: Meselelerimiz neden bitmiyor






Serdar TURGUT
Haberin Devamı

FRANSA'da ‘‘Ermeni tasarısının’’ oylanmasından sonra, bizim meselelerimizin neden hiç bitip tükenmediğini düşünmeye başladım.

Bu konuda resmi tez çok net. Etrafımız düşmanla dolu, bizi bölmek istiyorlar ve dolayısıyla da bu memleketin siyaseti bu düşmanlara karşı sürekli kavga temeline oturmak zorunda.

Her konuda bu ‘‘resmi tez’’ öne sürülüyor. Kıbrıs, Kürt sorunu, Ege, Avrupa Birliği ve tabii Ermeni soykırımı iddiaları bu tezin ilgi alanına giriyor doğal olarak.

Tabii işin hemen başında ‘‘Resmi tezimiz baştan aşağıya yanlış’’ deyip aradan çekilmek de sonuç getirmez, bu tür tavır diyaloğa kapalı bir girişim olmaktan öteye gidemez.

Çünkü ‘‘resmi tezimizin’’ temelinde çok da önemli rol oynamakta olan bir jeopolitik unsur da var. Türkiye'nin etrafı gerçekten de Avrupa standartlarına göre siyasi anlamda ‘‘ilkel’’ sayılabilecek ülkelerle dolu.

Ve bunların hemen hepsi de Türkiye ile sorunlu.

Bu da tabii resmi tezin savunucularının eline büyük bir koz veriyor. Onlarla konu hakkında tartışmak bu jeopolitik durum nedeniyle hayli zorlaşıyor.

Jeopolitik durum değişemeyeceğine, yani Türkiye aniden gidip Kanada ile sınır ülkesi olamayacağına göre, bu geleceğe yönelik de umutsuzluk yaratıyor.

Gelecekte de Türkiye'deki tartışmaların hep aynı kavramlarla yapılacak olması olasılığı insanın içine fenalık getirmeye yetip de artacak bir olay bence.

* * *

Her uluslararası ilişkide ‘‘psikolojik faktör’’ çok önemli rol oynar.

Ülkelerin, kültürlerin birbirlerini nasıl algıladıkları, nasıl tanıdıklarıyla ilgili bir meseledir bu ‘‘psikolojik faktör’’.

Örneğin bir İngiliz'in Arap ülkelerini algılayışı, Fransız'dan farklıdır. Ve bu farklılık da direkt olarak onların dış politikalarını da farklılaştırır.

Türkiye'nin bu konuda dünya ülkeleri içinde son derece acayip bir konumu var.

Bunu neden böyle dediğimi anlatabilmek için üç ayrı olaydan bahsetmem gerekiyor.

İlki geçen gün seyrettiğim bir filmle ilgili.

Bir komedi filmiydi bu. 1987 yılında yapılmış. Film, Birleşmiş Milletler'de başlıyor.

Güvenlik Konseyi'nde iki Arap ülkesinin temsilcisi birbirlerine hakaretler yağdırıyorlar.

Kamera aniden çeviri yapan insanları soldan sağa taramaya başlıyor.

İngiliz, Fransız, Çin, Arap, Rus çevirmenler fiziksel ve kılık kıyafet olarak tam ülkelerinin geleneklerini, gerçeklerini yansıtıyorlar.

Son çevirmene gelince İngilizce orijinal yayınlanan filmde o çevirmenin düzgün bir şekilde Türkçe konuşmakta olduğu duyuluyor.

Ve tabii kafasında kocaman bir fes var. Adamın tipi de tam bir Arap aslında.

Şimdi bu filmi yapan insanların Türklere karşı bir önyargısı olduğunu söylemek zor. Film son derece sulu bir Hollywood yapımı.

Yapan kişiler Türkleri böyle biliyorlar ve bu bilgilerini de öyle yansıtmışlar beyazperdeye. Bence durum bu kadar basit.

* * *

İkinci olayım Edward Said ile ilgili.

Said, ulusların, daha doğrusu Batı'nın Doğu'yu algılama ve bu algılamayla birlikte onu tanımlama süreçleriyle ilgili olarak harika bir kitap yazmıştı.

Kitabın adı ‘‘Oryantalizm’’.

‘‘Oryantalizm’’ Batı'nın kendi değerleri ve önyargılarıyla Doğu toplumlarını nasıl yanlış olarak algılayıp, yanlış olarak onları kategorilere ayırdığını anlatır.

Kitabı uzun yıllar sürecinde üç kez okudum, bir gerçeği yeni fark ediyorum. Şu dünyada adına ‘‘Doğu’’ adı verilen kategoride Osmanlı etkisinin çok fazla olduğunu herhalde kimse reddedemez.

Son derece ilginçtir ki sürekli olarak Osmanlı ile sorun yaşamış olan Batı'nın Doğu ülkelerini algılama biçimlerinin tartışıldığı bu kitapta da bir kez bile Osmanlı'nın, Türkiye'nin adı geçmiyor sevgili okurlar. Bir kez bile yazar bu işe girişmenin bilim adına gerekli olduğunu aklına bile getirmiyor.

Neden mi? Çünkü o bir bilim adamı olmasına rağmen Arap kökenli olduğu için onun da Türklerle ilgili önyargıları var ve bunlara o kadar inanıyor, onları doğru olarak görüyor ki, bunların da Batı'da gelişen bir önyargı sonucu olabileceğini sorgulamaya bile yanaşmak istemiyor.

Üçüncü olayı yarın yazıp meseleyi toplamaya çalışacağım.

Yazarın Tüm Yazıları