Paylaş
DİNİMİZE ve tarihimize yaklaşımlarımız üzerine yazdığım bir dizi yazı sınırlı ama son derece düzeyli bir fikir alışverişine yol açtı.
Özellikle Kürşat Bumin, Yeni Şafak'taki köşesinde konuyla ilgili dört yazı yazarak çerçeveyi genişletti.
Ancak önemli bir konuda aynı düşünmüyoruz Sayın Bumin ile.
O ‘‘dinci’’ diye adlandırılan kesim ile ‘‘laik’’ olarak adlandırılan kesim arasında yaratılmış olan uçurumun ‘‘melezleşme’’ süreciyle aşılabileceğini düşünmüyor.
O bu kavramın Batı'da epeydir yaşanmakta olan ‘‘çok kültürlülük’’ kavramının bir türevi olduğunu, Türkiye'de çok kültürlülük diye bir şeyin olmadığını, dolayısıyla da benim melezleşme kavramına bir kurtarıcı gibi sarılmamı yadırgadığını söylüyor.
* * *
Doğrudur, yazılarımda da ifade ettiğim gibi bu kavrama bir ‘‘kurtarıcı’’ olarak sarıldım.
Çünkü yapmış olduğum tespitler, bu toplumda dinci kesimle laik diye adlandırılan kesimin birbirlerini anlaması bağlamında büyük bir uçurumla ayrıldıklarını, laik diye adlandırılan kesimin bu uçurumu kapatmak için bir adım atmaya gerek görmediğini, hatta uçurumu daha da derinleştirmek ve genişletmek için aktif mücadele ettiğini, dinci olarak adlandırılan kesimde azınlıkta kalsalar da en azından bu uçurumu kapatmak için mücadele veren entelektüeller olduğunu gösteriyordu.
Bu ise ürkütücü bir durum; çünkü Türkiye'nin geleceği iki taraf arasında verimli ve bilgiye dayanan bir diyalog yaşanmasına bağlı ve bu olmadığı takdirde toplumu büyük tehlikeler de bekliyor.
‘‘Laik’’ olarak tanımlanan kesim, diyaloğa entelektüel düzeyde hazır değil. İslami kesim, söylediği lafın altını çok daha rahatlıkla dolduracak kapasiteye sahip ve bilgisini de her geçen gün artırmanın yollarını arıyor.
Bu da gelecek açısından tam rahat olmamız için yeterli değil; çünkü her ne şekilde olursa olsun, ister yasakla ister daha fazla bilgi sahibi olmak yoluyla, bir tarafın diğerini susturduğu ortam modern Türkiye'nin yaratılması için yeterli olmayacak.
İşte bu noktada ‘‘melezleşme’’ kavramı kurtarıcı gibi geldi bana.
Ve yine doğrudur ki bu Batı'ya ait bir kavram.
‘‘Melezleşme’’, bir insanın kendi ilkelerinden ve yaşam tarzından taviz vermeden, kendisinden farklı düşünen, yaşayan insanları anlama, kabul etme ve bilgi yoluyla ulaşılan çizgide onlarla bir arada yaşamanın koşullarını oluşturmasını anlatıyor bence.
Biliyorum, son derece muğlak bir tanım bu. Dahası İslami kesimden de, laik kesimden de insanlar ‘‘Eee, peki anladık karşımızdakini, ne yapacağız şimdi’’ diyeceklerdir, bunu da biliyorum.
Bu nedenle ‘‘melezleşme’’ kavramının önemini yakın tarihimizden bir örnekle açmaya çalışacağım.
* * *
Evet, 28 Şubat süreci bu toplumda, süreci başlatanlarca bile önceden tahmin edildiğine inanmadığım bir tahribat yaptı.
Ancak aynı şekilde Refah Partisi de bu topluma tahribat yapma konusunda eşit derecede suçluydu o dönemde.
Çünkü bence Erbakan'a verilmiş olan başbakan olma imkánı, bu toplumun güç merkezlerinde onun ‘‘melezleşmeyi’’ başarıp başaramayacağının bir sınavı olarak da görülüyordu.
Bilindiği üzere o sadece kendisine değil, bence Türkiye'ye tanınmış olan bu fırsatı ‘‘sadece kendi partisi’’ için, onun taviz vermeyeceği ilkeler için iktidarda kalma amacı doğrultusunda elinin tersiyle itti.
Yani bir anlamda, toplumun geri kalan kısmını kucaklamayı reddeden bir tavırdı onunki.
Sonuç malum. O ‘‘melezleşme’’ yolunda bir adım atsaydı, onun hata yapmasını beklemekte olan çevreler belki istemeden de olsa aynı adımı atmak zorunda kalacaklardı.
Ve Türkiye'de bugün her şey belki de bambaşka olacaktı.
Ancak beklenen ‘‘melezleşme’’ gelmeyince aynı çevreler tepki olarak çok daha uç noktaya giderek, bugün toplumsal ilişkileri sürekli çarpıtmakta olan 28 Şubat sürecini başlattılar.
Büyük ihtimalle bunu başlatmak için istekliydiler de bahane arıyorlardı. Olabilir, ama sonuçta bu ‘‘niyet’’, süreç hakkındaki tespitimi değiştirmemi gerektirecek bir şey de değil.
Ve bugüne bakalım. Fazilet Partisi içinde ortaya çıkmış olan ‘‘yenilikçi’’ hareket bence bu ‘‘melezleşme’’ sürecinin en tipik örneği.
Fehmi Koru bir yazısında bu hareketi incelerken, onların kendileri için siyaset yapmaktan toplum için siyaset yapmaya geçişi temsil ettiklerini de ifade etmişti.
Bana kalırsa bu ülke hepimizin olarak geleceğe adım atacaksa, Fazilet'te çıkmış olduğu gibi bir ‘‘yenilikçi’’ hareketin, adına ‘‘laik’’ denilen kesimde de ortaya çıkması ve bu ikisinin hayati diyalog sürecini başlatarak ortak noktaları ortaya dökmeye başlaması lazımdır.
Bu kaçınılmaz diyalog başlatılmadıkça Türkiye'nin hiçbir sorunu çözülemeyecek, bunu görmek gerek.
Paylaş