Paylaş
Deprem ve medya
Bu köşenin asli amacı medyayı eleştirmek.
Bunu herzaman adil biçimde ve sübjektif bağlantılarımı ön plana çıkarmadan yapmaya çalışıyorum.
Kendi mesleğimin, meslekdaşlarımın bence yanlış olan tavırlarını korur gibi gözükmemeye duyarlı olduğumdan zaman zaman eleştirilerimde oldukça acımasız olduğumu sonradan fark ediyorum.
Bu tür bir köşe doğruyu söylemediği takdirde hemen ölür.
En fazla manipulasyona açık bir sözcü durumuna düşer.
Doğruları söylerken kendi çalıştığım gazeteye de eleştiri okları yöneltiyorum gerektiğinde.
Açıkça söyliyeyim ki bu köşeye müdahale oranı sıfırdır.
Bunun böyle olması gerektiğini genel yayın yönetmeni de biliyor çünkü müdahale edildiği izlenimi doğduğunda köşenin varlık nedeninin ortadan kalkacağını o da net olarak görüyor.
*
Bu girişi zorunlu olarak yaptım çünkü bugün medyayı savunacağım.
Deprem sonrasında medyaya büyük bir tepki oluştu.
Bunlardan birincisi hükümetten gelen tepkiler.
Buna zerre kadar değer vermiyorum.
Türkiye'de gelenektir, hükümetler doğruları söyleyenlerden pek hoşlanmazlar.
Bugünkü hükümet de eleştiriler karşısında aldığı kaba tavırla Hüsametin Özkan'ın halkla ilişkiler memuru gibi çalışmayan gazetecilerden pek de hoşlanmadığını ortaya koymuştur.
Benim açımdan ikinci tepki daha önemli.
Bu okumuş yazmış, belirli bir bilinç ve düşünce seviyesine gelmiş insanların ortaya koydukları tepki.
Telgraflar çekiyorlar, e-mail kampanyaları başlatıyorlar.
Çok öfkeliler.
Öfkeleri de özellikle televizyon habercilerine yönelik.
*
Televizyon haberciliğini zaman zaman nasıl da acımasız eleştirdiğimi bilirsiniz.
Yanlız açıkça söylemek gerekirse haberciler bu son olaydan yüzlerinin akıyla çıktılar.
Hatırlayın bakın olanları.
Depremin olmasında daha bir saat geçmeden bütün televizyon ve radyo habercileri görevlerinin başındaydılar.
O sabaha karşı hayatımızdan aslında hiç çıkmayan ama normalde pek de değer vermedğimiz o portatif radyoların nasıl da önemli, hayati olduğunu bir kez daha anladık.
Bütün haberciler iki sat içinde örgütlendiler.
Star habercisinden stajyerine kadar herkes görev başındaydı.
Ve haberler akmaya başladı.
Unutmayınız ki bir Başbakan'ın ‘iki gün boyunca bölgeyle iletişimi sağlayamadık’ dediği bir ülkede oluyor bunlar.
Başbakan bölgede kimseye telefonla ulaşamazken, haberciler bölgeden canlı yayına başlamıştı çoktan.
*
Tepkiler de canlı yayınlara geliyor zaten.
Hep kötü görüntüleri gösteriyorlarmış, insanın moralini bozuyorlarmış. Yahu, neredeyse 40 bin kişini öldüğü bir facia var ortada.
Ne göstereceklerdi ya tabii ki görüntüler kötü olacak, moral bozucu olacak.
Sonra muhabirlerin yanlış bilgiler vererek halkı paniklettikleri de söyleniyor.
Doğrudur, olmuştur böyle şeyler.
Bu gibi olaylarda bölgedeki muhabir aslında tek başınadır.
Kimse doğru bilgi vermez ona. Kimse yardım edemez.
O da korkmaktadır aslında olan bitenden. Belki de kendi çocuğunu eşini düşünmektedir bir yandan da.
O sıcak saatlerde yanlışlar yapılır.
Normal işleyen ülkelerde devlet facia sonrasında düzeni hemen kurmaya başladığında muhabirin yanlışları da yavaş yavaş azalır.
Çünkü bilgiler sağlıklı akmaya başlamıştır artık ve muhabirin de işi kolaylaşır.
Ancak bu olmayınca muhabir de anarşik ortamdan içinden adeta cımbızla bir doğruyu bulup aktarmak gibi hemen hemen imkansız olan işi yapmaya başlayınca da yanlışlar azalacağı yerde artar.
Burada bir suç varsa o da yönetimdedir, medyada değil.
*
Koşullar zordu bölgede.
Buna rağmen medya sürekli bilgi akışını sürdürdü.
Eleştirilerden payını fazlasıyla alan Reha Muhtar, bir çoğu gibi deprem bölgesinin tam göbeğine yerleşerek takımını oradan yönetti.
İstanbul'da oturup e-mail kampanyası başlatanlar Reha Muhtar'ın Tüpraş yangını sürerken ‘Rüzgarın yönü değişti, halkta panik var, acele maske dağıtılsın’ çağrısı yapmasını kınıyorlar.
İyi de o orada, evinde televizyon seyretmiyor.
Rüzgarın yönü değişmişse tabii ki bu çağrıyı yapacak çünkü hem kendisini hem de halkı kurtaracak.
Panik olacaksa olsun, bazı durumlarda eğer gerçekler konuşuyorsa panik olmasında yarar da vardır bunu da unutmayalım.
*
Enkaz altında bir adam.
Kurtarılmayı bekliyor.
Muhabir adama yaklaşıyor ve soru sormaya çalışıyor mikrofonu uzatıp.
Herkes bunu da eleştiriyor.
Şunu açıkça söylemek gerek. Dünyada tek bir gazeteci yoktur ki bu durumda o adamın yanına gidip konuşmaya çalışmasın.
Gitmeye çalışmayan gazeteciyi zaten istihbarat şefi bir dakika düşünmeden işten atar.
Batı ülkelerinde bunun çok örneğini görmüyoruz çünkü polis, itfaiye, asker, kurtarma ekipleri böyle bir şeyin olmasına izin vermiyorlar.
Bizde ise ortalık maalesef tamamen serbest olduğundan gazeteci de en dramatik görüntüyü tabii ki seyirciye aktarmak için görevinin gereğini yapıyor.
Bu tür olağanüstü durumlarda gazeteciden duyarlılıklar beklemeyin.
İyi gazeteci bu tür durumlarda duyarlılık hissetmemek üzere eğitilmiştir.
Bu insanlara ters gelse de bazen ulaşılması imkansız görülen haberlere ulaşılabilmesinin bu tavır nedenle olabildiği de unutulmamalıdır.
Sonuç olarak medyayı deprem bölgesinden yaptığı canlı yayınlar, gazetede çıkan bütün haberler, fotoğraflar ve yorumlar nedeniyle bütün kalbimle kutluyorum.
Paylaş