Paylaş
Reklam tartışması
Bu köşede yayınlanan ‘Gazetecilerin reklam kampanyalarında rol almalarının yanlışlığını’ anlatan yazıdan sonra doğal olarak meslekdaşlar arasında bir tartışma başladı.
Meral Tamer Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde hem bu yazıya tam metin olarak yer verdi, hem de olayı kendi kalemiyle daha da açarak, reklamlara çıkmanın gazetecilikle neden bağdaşmayacağını anlattı.
Bu ortaya konulan ilke aslında çok orijinal bir fikre dayanmıyordu.
Gazetecinin reklama çıkmaması medeni ülkelerde saygın gazetelerce geliştirilmiş bir politikaydı.
Nedenleri de çok basitti bunun. Gazeteler sonuç itibariyle toplumsal kontrol ve denetim görevini yerine getirirler.
Bu görev içinde tabii ki en başta geleni özel sektörün ticari yaşamını büyüteç altına tutmaktır.
Gazeteci eğer reklam kampanyasında yer alırsa denetim göreviyle kendi özel çıkarları arasında bir çıkar çatışması meydana gelir.
Ve okuyucu o gazetecinin, aynı anda özel sektörün reklam kampanyalarının bir elemanı olması nedeniyle, ona karşı güvenini kaybeder.
*
Mesele bu kadar basit ancak tabii Türkiye'de işler bu kadar kolay olmuyor.
Sabah yazarı Selahadin Duman kendisi de reklam kampanyalarının başta gelen bir aktörü olduğundan benim ortaya koymuş olduğum bu teorik çerçeveye çok kızmış gibi demeç verdi.
Duman, ‘Türkiye’de gazetecilerin profesyonel etiklerini tartışmaktan daha ahlaksızca bir şey yoktur. Gazetecilerin etiği yoktur. Ne etiğinden bahsediyorsunuz siz? Ülke gangsterler tarafından yönetiliyor' dedi.
Ben bu demece gerçekten üzüldüm.
Selahattin Duman'ın hemen hemen hiç bir meslekdaşına saygı duymadığı izlenimi çıkıyor bu sözlerden.
Yani ‘Herkes ahlaksız ben mi ahlaklı olayım bir tek. Alırım reklamdan paramı keyfime bakarım’ tavrı net olarak gözüküyor.
Selahaddin Duman'ı kendi sektörüne karşı bu kadar kötümser hale getiren nedenleri ben de anlamakla birlikte onun gazetecilerin büyük bölümüne karşı haksızlık yaptığına inanıyorum.
Galiba Duman içinde bulunduğu ortamda, hergün konuştuğu insanlardan umudunu kesmiş. Olabilir de bu, ama çok fazla sayıda gazeteci kendi profesyonel etiklerini Türkiye'de yerleşmiş olan, ahlaksızlığı teşvik edici ortama rağmen koruyorlar. Bu da hatırlanmalı.
*
Duman'ın bu demeci gerçekten talihsiz oldu çünkü Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) Araştırma Bölümü başkanı Peter Goff kendi enstitülerinin çıkardığı dergiye yazdığı yazıda bizde başlayan bu tartışmaya geniş yer verip, Duman'ın görüşlerini de aynen aktardı.
Böylece yabancı meslekdaşlar da Türkiye'de gazetecilerin bir tanesinde bile ahlak bulunmadığını, ülkenin de gansterler tarafından yönetildiğini ‘öğrenmiş’ oldular.
Neyse ki aynı yazıda reklam kampanyası üzerine doğru dürüst laf edenlerin görüşleri de yer alıyor da Türkiye'yi hiç tanımayan insanların tamamen yanlış fikirlere kapılması belki birazcık önleniyor.
*
‘Okuyucu temsilciliği’yle Milliyet'te son derece önemli bir kurumu oluşturan Yavuz Baydar da köşesinde bu konuyu son derece kapsamlı bir şekilde ele aldı.
Gazetesindeki bütün yöneticilere ‘gazeteci reklama çıkar mı’ sorusunu yönelten Yavuz Baydar, hepsinden özetle ‘hayır çıkmamalı’ yanıtını aldı.
Açıkça söyliyeyim yazar Nilgün Cerrahoğlu'nun bu konudaki yazısını ise son derece tuhaf buldum.
İş Bankası reklamına çıkan iki gazeteciden bir tanesi olan (diğeri de Sabah yazarı Zeynep Göğüş) Cerrahoğlu, ‘İş Bankası gibi köklü bir Cumhuriyet kurumunun reklamlarına çıkmaktan her biri kendi alanlarında bir numara olan kadro ile bu kutlamayı paylaşmaktan tek kelimeyle onur duydum’ dedi.
Bir ilke tartışılırken, ‘ama benim reklama çıktığım kurum çok esaslıdır’ şeklinde bir yorumla tartışmaya katılmak oldukça çocukça bir davranış olmuş.
Tabii bu arada Cerrahoğlu'nun medya sektöründe de ‘Bir numara’ olduğunu öğrenmiş olduk. Eğer bana inanmıyorsanız yukardaki cümleyi tekrar okuyun bu gerçeği göreceksiniz.
Cerrahoğlu kendisi gibi övünç duyulacak bir iş yapan insanın eleştirilmesine çok kızmış olacak ki yazısına eskiden kendisinin de reklam teklifi alıp redetmiş olduğunu yazan Meral Tamer'i kastederek şöyle devam ediyor:
‘...İnsanın aklına yahu bu satırların yazarı acaba fırsat bu fırsat kendi reklamını mı yapıyor gibi fitne fikirler düşebilir’.
Kızgınlık sonucunda yazı yazılınca böylesine tuhaf sonuçlara varılıyor işte, Cerrahoğlu reklama çıktığı için onur duyduğunu yazacak, Tamer teklifleri redettiğini yazınca bu reklam yapıyor olarak yorumlanacak.
Cerrahoğlu bir zamanlar TRT'de birlikte program yaptığı arkadaşı Yavuz Baydar'a bu yazısını basılmadan önce keşke okutsaydı. Baydar biraz rasyonalite katmayı başarırdı belki de yazıya.
Duygu Asena da ‘Bu Köşenin Adı Yok’ adlı köşesinde benim, Cerrahoğlu'nun ve Tamer'in yazılarından alıntı yaptıktan sonra kendisinin de eskiden reklam teklifi almış olduğunu ancak bunu redettiğini açıkladı. Asena yazısının sonunda ‘Birilerinden para alıp, onların istedikleri şeyleri söylemenin benim özgürlüğümü öldüreceğine inanıyorum’ dedi.
*
Gazeteciler kendi etiklerini bulmakta zorlanırken tartışmaya katılan Finansal Forum'a demeç veren Reklamcılar Derneği Başkanı Hulki Altunç gazetecilerin reklama çıkmalarını ‘Form Olarak sakıncalı’ bulduğunu belirti ve ‘Benim bildiğim bir çok ülkede gazetecilerin reklamlarda rol almaları yasaklanmıştır’ dedi.
Böylece reklamcı gazeteciye kendinde olması gereken etiği özet halinde hatırlatmış oldu.
Aslında bu tartışmada doğru olanın ne olduğunu bir kaç gazeteci dışında toplumun her kesimi net olarak görüyor. Doğru ilkeye karşı çıkanların da neden karşı çıktıklarını anlıyor herkes.
Şimdi de ‘gazeteciler dış gezilere katılsın mı’ konusu tartışılıyor, bunda da doğruların nerede yattığını gazeteciler dışında her kesim biliyor. Ama reklam tartışması gibi kolayca çözümlenmeyecek bu tartışma, çünkü bunda çok daha yaygın çıkar ilişkileri var anlaşılan.
Çünkü çoğunluk bu konuda susuyor, susmayanlar da sadece özel sohbetlerde tepkilerini belli ediyorlar.
Kimsenin konuyu tartışmaya niyeti bile yok gözüküyor ama bu tavrın okuyucu gözünde nasıl bir saygı erozyonuna yol açacağı da kimsenin umurunda değil.
Paylaş