MEMLEKETTE ‘‘seçim yapılacak’’ denildiğinde, istisnasız her zaman Yüksek Seçim Kurulu'ndan ‘‘Hazırlıklarımızı tamamlayamayız’’ açıklaması yapılır.
Bu bir kuraldır, açıklama neredeyse otomatik hale getirilmiştir ve neredeyse Cumhuriyet tarihinde yapılmış tüm seçimlerde kural hep işletilmiştir.
Yahu bir kez be, bir kez olsun YSK açıklanan seçim tarihine hazırlıklı olsun ya!
Ne olur ki yani bunu başarabilseler!
Temelde son derece sinir bozucu olan bu durumun neden böyle olduğu da meçhuldür ve gayet tabii ki memleketteki diğer anlamsız meçhuller gibi o da böyle devam edecektir ebediyete kadar.
* * *
DSP'li milletvekilleri tekrar seçilmek fırsatını yakalamak için partilerinden istifa ediyorlar.
Ayrılanların başka hiçbir amacı yok, illa da TBMM'deki işlerini geri istiyorlar, farklı amaçları olsa bıçağın kemiğe dayandığı şu günleri beklemeden aylar önce yaparlardı bu işi.
Ecevit aynı, Rahşan Hanım aynı, adına parti dedikleri aile şirketi aynı, Türkiye'de de pek farklı bir şey yok, DSP'li emir erlerinin akılları başlarına şimdi geldi.
Gülmekten başka yapılacak bir şey yok bunların haline.
Bu arada gidebilecekleri tek yer olan aslında hiçbir yanı ‘‘yeni’’ olmayan oluşumda da ilginç bir durum var.
Türkiye'nin yönetimine talip olacakları anlaşılan bu arkadaşlar henüz daha nasıl bir parti olacaklarına karar veremediler.
Bu kararı vermeden iktidar olurlarsa daha iyi çünkü öyle bir durumda en azından belirli ilkelerle kendilerini bağlamamış olurlar, iktidarda daha rahat hareket ederler.
‘‘Sosyal demokrat mı olalım,kitle partisi mi olalımyoksa liberal-sol sentez mi daha iyi olur?’’ Bu konudaki yoğun tartışmaları büyük ihtimalle seçim sonuçları alındıktan sonra da devam edecek, öyle gözüküyor.
Acele istifa edip bu oluşuma katılan DSP milletvekilleri partinin ne olduğu konusunu nasıl olsa kafaya takmazlar, çünkü onlar ideolojisi olmayan ve varlık nedeni kişilere bağlı olan partilerde hizmet etmeye alışıklar ne de olsa.
Yani anlayacağınız duruma nereden baksanız no problem!
* * *
TBMM bir an önce açılsın.
DSP milletvekilleri, ANAP milletvekilleri, yeni oluşumcular seçime kadar bol vakte sahip olsunlar TBMM'ye girip çıkmak için.
Öğle yemekleri ucuz ve çok da güzeldir bilirim, ‘‘dışarıda’’ öyle ucuz ve güzel yemek yeme imkánları yoktur, kalan vakti iyi kullanıp son yemeklerini de yesinler.
Bir de tıraş olmayı unutmasınlar. Kasım'a kadar iki üç saç tıraşını kaldıracak kadar vakit var, bu fırsatı da iyi değerlendirsinler, dışarıda saç tıraşı fiyatları da hayli arttı.
Gerçi anlamadığım nedenlerden dolayı bu insanlara güzel emekli paraları da bağlanıyor, parlamenter eskisi olduklarında fazla da zorlanmazlar, ama olsun fırsat fırsattır, eğer imkán verilmişse bunları da sonuna kadar kullanmalarına kimse karşı çıkmamalı değil mi ama!
* * *
Şimdi yazacaklarım konuyla alakalı değil.
Temmuz ayının 10'unda New York Times'ın manşetinde hormon tedavisinde kullanılan ilaçlarla ilgili deneylerin durdurulduğu yazıldı.
Deney olarak kullanılan kadınlarda bazı riskler kabul edilebilir oranların üstünde arttığından bu kararlar alınmıştı.
Konu gündeme bomba gibi düştü.
Gazeteler ertesi gün meseleyi manşetlerinden sürdürdüler.
Bu ilaçları kullanmakta olan milyonlarca kadının evine mektuplar gönderilerek uyarılar yapıldı.
Televizyonlarda bu konu tartışıldı.
Ben bu konuyu geçen cuma köşemde ‘‘Bu da önemli bir konu’’ başlıklı yazıyla ele aldım.
O yazımı baştan sona okuyanlar kullanılan üslupta panik yaratıcı olmamaya özen gösterdiğimi, aksine bunları kullanmak zorunda olan kadınlara ‘‘Doktorunuzla konuşun, birey olarak kendinize en uygun çözümü bulun, bu ilaçların yasaklanması gibi bir durum söz konusu değil ancak ABD'de böyle bir gelişme de var bunu bilin’’ uyarısı yaptığımı görebilirler.
Bu nedenle dün Ayşe Arman'ın köşesinde mektubu yayınlanan Türkiye Meme Vakfı Başkanı Can Gürbüz'ün benimle ilgili olarak ‘‘İnsanları istemeden de olsa kandırmanın en kolay yolu, istatistik rakamlarını farklı yorumlamakta oluyor. Haberlerde ‘Menopoz sonrası hormon kullanılması ile meme kanseri vakalarında yüzde 26 artış görüldüğü' anlatılıyor. Ve bu durum, çok vahim bir sağlık sorunu olarak değerlendiriliyor. Bunun üzerine bazı köşe yazarlarınız da (mesela Serdar Turgut) olayın üzerine atlayıp, ‘Bu da önemli bir konu' diye, olayın vahametini anlatan yazılar döşeniyor’’ demiş.
Değerli doktorumuzun konuyla ilgili duyarlılığını anlıyorum, ancak benimle ilgili olarak ‘‘olayın üzerine atlayıp... yazılar döşeniyor’’ diye yorumda bulunması doğrusu beni kırdı.
Ben bu habere benim yaş grubumdaki çok sayıda bayan arkadaşımın uyarısı nedeniyle girmek zorunda hissettim kendimi. Ve ayrıca tabii ki olayın Amerika'da sarsıntı yaratmış olması da gazetecilik hislerimi dalgalandırdı, bu da açık.
Sanki böyle olaylar olsun da ben insanları kandırmak için olayın üzerine atlayıp da yazılar döşeneyim diye bekleyen bir insanmışım gibi bir izlenimin uyandırılmasını üzücü bulurum.
Dönüp baktım da yazımda aynen ‘‘Paniğe gerek yok... O çalışmada risklerin istatistiki olarak artmış olması, ilaçları kullanmakta olan her hastanın da aynı riskleri otomatikman yüklendiği anlamına gelmiyor’’ diye yazmışım.
Sonuç olarak Türkiye'deki kamuoyunun duyarlılığını artırma amacıyla yazılmış bir yazıya değerli bilim adamımızın daha duyarlı yaklaşmış olmasını beklerdim.
Bilen bilir, ben başka köşelerde benim aleyhime çıkmış olan laf ve sözlere uzun cevap vermem.
Ancak bu mesele benim özel önem verdiğim bir konu olduğundan bu kadar uzun yazmak ihtiyacında hissettim kendimi.