Serdar Turgut: Liberal olmayan demokrasi (2)

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Robert Kaplan'ın ‘‘Yaklaşan Anarşi’’ tehlikesini önlemek için tanımladığı ‘‘liberal olmayan’’, ‘‘demokrasi ile totaliter rejim arasında bir yerde duran’’ rejim tanımı Türkiye'ye uyuyor.

Bence 28 Şubat süreci, rejimin liberal olmadığını gösterdi.

Bunun da gerekçesi, temelde rejimin ‘‘yaklaşan bir tehlikeye’’ karşı korunmasıydı ve bunun da ideolojik temelleri vardı.

Katılırsınız, katılmazsının o dönemde yapılan tespitlere, ama olan olay buydu.

Robert Kaplan'ın dün bahsettiğimiz kitabında, liberal ülkelerin kendi çıkarları için asıl desteklemesi gerekli olan rejimler olarak ortaya konuluyordu ‘‘liberal olmayan demokrasiler’’.

Bir anlamda gerçek demokrasi, kendi dinamikleriyle bu tür tehlikeleri içinde yaratması zor ülkelere layık görülüyor, bizim gibi ülkeler içinse liberal olmayan demokrasi uygun görülüyordu.

Bu tespit, beş artı beş tartışmaları yapılırken Süleyman Demirel'in yeniden cumhurbaşkanı seçilememesini Amerika'nın desteklediğini söyleyen, ABD'nin bundan böyle gerçek anlamda liberal demokrasiyi destekleme kararlılığında olduğunu vurgulayan Türk yazarlarının tespitleriyle de tam anlamıyla çelişiyordu.

* * *

Bu konular hakkında düşünürken, büyük düşünür John Rawls'un bir kitabı elime geçti: ‘‘The Law of Peoples’’ (Halkların Hukuku).

Rawls'un bundan önceki en önemli ve hatta dünyanın en önemli bilimsel çalışmaları arasında yer alan kitabının adı ‘‘A Theory of Justice’’ti. (Adalet Teorisi).

Rawls, liberal demokraside tek bir bireyin bile hukuki hakları zedelenmeden, hukuki düzeyde maksimum faydaya, yani eşitlik ve adalete nasıl ulaşılacağının felsefi teorisini yapmaya soyunmuştu o kitabında.

Yeni kitabında ise Rawls, daha önce sadece tek bir ülke sınırları içinde incelediği adalete ulaşma teorisini uluslararası ilişkilere yaygınlaştırıyor.

Bekliyorsunuz ki, Rawls gibi liberal demokrasiye gerçekten inanan bir teorisyen, dünyada en büyük adaletin de sadece liberal sisteme sahip olan ülkeler arasındaki ilişkilerle sağlanabileceğini söylesin.

Ama hayır bunu yapmıyor Rawls ve dünya ülkelerini birkaç kategori içinde topluyor. Bunlar:

1- Liberal toplumlar.

2- Hiyerarşik toplumlar. Bunlar tam liberal de değil, tam demokratik de; ancak yurttaşlarının demokratik haklarını koruyorlar, siyasi liderlerin toplumda önemli büyük gruplarla kararlar öncesinde konsültasyon yapmalarına izin veriyorlar ve dışa yönelik de saldırgan değiller.

3- ‘‘Kanun dışı devletler.’’ Bunlar ya ülke içinde baskıcılar, ya ülke dışına karşı saldırganlar, ya da bu iki özelliğe birden sahipler.

4- ‘‘Üzerinde ağırlık taşıyan toplumlar.’’ Bunlar ne liberal, ne de hiyerarşik toplumlar gibi bir toplum kurmaya yetecek kadar maddi imkána sahip olmayan fakir ülkeler.

5- ‘‘Şefkatli Mutlakiyetçiler.’’ Bunlarda insan haklarına saygı var, ama vatandaşların yönetilme konularında fikrinin alınabileceği mekanizmalar henüz bu ülkelerde kurulmamış.

Şimdi bu uluslararası hukuku ve adalet arayışını teorik bağlamda ele almakta bu kategorileştirme yeterli mi bilmem?

Örneğin, Türkiye bu listede en çok hiyerarşik toplumlar kategorisine uyuyor, ama orada yapılan tanımlar da yeterli değil.

Ancak önemli olan nokta şu: John Rawls, tüm yaşamını adalet kavramını araştırarak geçirmiş filozof, liberal ülkelerin uluslararası ilişkilerde her zaman illa da liberal ülkelerle ilişki kuracağım diye ısrarlı olmasının doğru olmayacağını ve hatta ‘‘liberal olmayan ülkelerle’’ ilişkilerin de uluslararası adaletin gelişimine katkıda bulunabileceğini söylüyor.

* * *

Yani bir anlamda dün aktarmış olduğum Robert Kaplan'ın kitabında dediği gibi, liberal ülkelerin bazı ülkelerde demokrasinin tam olmasını desteklemekte bir çıkarları olmayabilir, lafını Rawls çok daha farklı bir teorik boyutta tekrarlıyor.

Şimdi, ABD'nin Türkiye'ye bakışında değişiklikler oldu diyenlerin, bu teorik tartışmaları ve sonuçları göz ardı etmemelerinde ve ‘‘Acaba tavır gerçekten değişti mi’’ sorusunu tekrar sorup, Türkiye'de olan biteni ve olup bitecekleri bir de bu gözden ele almalarında yarar var bence.

Yazarın Tüm Yazıları