Paylaş
Son genel seçime sosyalistler son derece örgütlü bir şekilde hazırlandılar.
Eskiden birbirlerine karşı tavırlar almış olan eğilimler, büyük tartışmalar sonucunda ÖDP'de birleştiler.
ÖDP dışında sol partiler de güçlü bir propagandayla var güçleriyle çalıştılar.
Özellikle bu seçimde sol partilerde ‘‘ağır isimler’’ aday olarak, oy istediler.
Medyadan da destek az değildi doğrusu.
Ne yazık ki sonuçta solun toplam aldığı oy miktarı iki büyük futbol sahasına sığabilecek insan kadar oldu.
Tabii hemen bunun nedenleri üzerine son derece bilimsel açıklamalar yapılmaya başlandı.
Belirli bir jargonla yazılmış, dolayısıyla da bu jargona hákim olamayan insanların pek de kolay anlayamayacağı türde yazılar bolca yazıldı.
Ancak kimse, Türkiye'de bir sol hareketin muazzam güçlenmesi için her türlü objektif koşul varken insanların neden sola, solculara güvenmediklerini gerçek anlamda incelemedi.
Bu gelenekte bol bol özeleştiri kavramı kullanılır da, bu pratikte pek yapılmaz. Çünkü gerçek özeleştiri, insanın ağırlıklı olarak hayattaki tavırlarıyla ilgili olmalıdır.
Sosyalistler ise kendi tavırlarının doğru olduklarına öylesine inanmışlardır ki, bunun sorgulanmasını yapmak hiç de işlerine gelmez.
Oysa sola hákim tavır, kendilerinin fark edemediği kadar iticidir, içine kapanıktır, bencildir, ‘‘doğuştan solcu olmayanları’’ kendine çağırmaya istekli değildir ve hatta dışlayıcıdır. Üstelik insanlar arası ilişkilerde hiç tahmin edemeyeceğiniz kadar ‘‘kötüdür’’ de...
Bu nedenle solcular yine başka insanlara, ‘‘Hey arkadaşım, sen neden bana güvenmiyorsun hálá daha’’ diye sormayı akıl edemediler.
Sol hareketin yakın tarihinde yer alan belli başlı isimler, bu var olan güvensizlik ortamının da baş sorumlularıdır.
Onun için soruyu onların sormalarını beklemek de boşunadır.
* * *
En azından ben bu köşede konuyla ilgili yazılarımı Yılmaz Güney meselesiyle sınırlamamaya çalışıyorum.
Çünkü meseleler, tek bir insanın tarih sürecindeki yeri nedir, tartışmasını çok aşan önemdedir.
Bugün sol hareket, feodal kökenlerin etkisiyle bastırılamayan sertlikten, içgüdüsel tepkicilikten, bireysel ilişkiler hakkında teoride güzel laflar söyleyip de pratikte ‘‘kötü’’ olmaktan kurtulacaksa eğer, bunu kültürel bir ‘‘kopuş’’la gerçekleştirmek zorundadır.
Bunun önündeki engel ise ‘‘sol’’ fikirde olduklarını söyleyen ve memleketin fikir oluşturma sürecinde önemli yerlerde bulunan, sayıları az olmasına rağmen ‘‘elleri kalem tuttuğu için’’ söylemleri belirleyen insanlardır.
Onlar bu konuda tartışma açılmasını istemez, çünkü hem yıllardır yenilenmeyen bilgi dağarcıkları bu tür tartışmayı kaldıramayacak hafifliktedir, hem de tartışma süreci kendilerinin sorgulanmasını gerektireceğinden bundan korkarlar.
İşte bu nedenledir ki bu memlekette Yılmaz Güney hakkında ciddi yazılmış yazı sayısı, bir elin parmak sayısını bile geçmez.
Yine bu nedenle, tek bir yerli yönetmen de onun hakkında bir film çekmeyi aklına getirmemiştir.
Dolayısıyla, eğer sakin bir tartışma ortamı yaratılabilirse -ki ben sol teorisyenlerin buna izin vereceklerine inanmıyorum- belki bu toz duman olan ortalıktan iyi bir şeyler kurtarılabilir.
* * *
Ben bu ‘‘kültürel kopuş’’ meselesine çok önem veriyorum. Geçmişi belki de reddederek geleceğe sahip çıkmanın yeni ve radikal fikirsel zeminini hazırlamak olarak tanımlıyorum bunu.
Mina Urgan'ın iki kitabını da bu çerçevede gündeme getirmek istiyorum. ‘‘Bir Dinozorun Anıları’’ ve ‘‘Bir Dinozorun Gezileri’’ sıkı bir şekilde tartışılması gereken iki önemli kitap.
Önemleri onların çok satmalarıyla ilgili. Çünkü insanlar bu kitaplara çok önem verdiler, okudular, kendi aralarında tartıştılar.
Çok satan kitapların özelliği, kültürel söylemde derin izler bırakmalarıdır.
Mina Urgan'ın bu iki kitabı bence yüzeysel söylemde insanın ilk okuyuşta güzel ilişkiler anlatılıyor diye algıladığı, ama biraz dikkatle okunulunca da insanı son derece iten, sevimsiz hislerle dolu olan kitaplar.
Benim solda itici bulduğum bütün ters tavırlar bu kitabın içine yayılmış, sayfalarına sindirilmiş ve üstelik yazarı tarafından da çok güzel olarak algılanıp anlatılıyor.
Gayet tabii bu konuya yarın devam edip meseleyi hak ettiği ciddiyette tartışmayı sürdüreceğiz.
Paylaş