Serdar Turgut: Kubrick'e yakışmayan film

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

‘‘Eyes Wide Shut’’, Kubrick gibi bir dehanın son filmi olmamalıydı.

Filmden bu kadar soğumamın, hayal kırıklığına uğramamın nedeni belki de film piyasaya çıkmadan önce beklentilerin olağanüstü yükseltilmesiydi.

O dönemde beni en çok umutlandıran söylenti filmin ‘‘cinsel tutku’’ temasını işlemekte oluşu haberiydi.

‘‘Korku’’ filmleri antolojisine ‘‘Shining’’ ile imza atan, savaşa ‘‘Full Metal Jacket’’ ve ‘‘Dr. Strangelove’’ ile darbesini vuran, sonsuzluk ve ilahi adalet temalarını ‘‘2001-Space Odyssy’’ filmiyle müthiş bir şekilde irdeleyen bir direktör, kimbilir ‘‘cinsel tutku’’ olayıyla da ne harikalar yaratacaktı?

Bu yüzden heyecanla bekliyordum filmi.

*

Üstelik bu direktörün sanat hayatında cinsel tutku temasını ilk irdeleyişi de olmayacaktı.

‘Lolita’yı hatırlayın. Açık cinselliğin katiyen görülmediği bir filmdi bu ama cinsel tutkuyu mükemmel işliyordu.

Fetişistik ve sonuç itibariyle küçük bir kıza duyulan cinselliği işlediği için sapık bir cinsellikti bu ama film mükemmeldi.

Filmde James Mason'un yatağın kenarına oturmuş bulunan kıza büyük bir istekle pedikür yapması da film tarihinin belki de en ‘cinsel’ görüntülerinden bir tanesiydi.

*

Cinsel tutkunun tabii ki fetişistik bir boyut içermesi gerekiyor.

Bu boyutun hangi yönlere gideceği, nerede duracağı ve fetişistik ilişkiye girenlerin hayatına neler yapacağı tabii ki önceden bilinemez.

Çünkü fetişistik tutkular bir açıdan da son derece de tahripkárdırlar.

Lolita'ya açık olan koskoca adamın kendisini ve çevresini tahrip etmesi, mahvolması da işte bu nedenle son derece normaldi aslında.

*

‘‘Eyes Wide Shut’’, bugüne kadar bütün filmlerine hayran olduğum Stanley Kubrick'e hiç yakışmıyordu.

Tabii ki teknik açıdan iyi, sahneler iyi düşünülmüş, Nicole Kidman çok güzel falan filan.

Ama cinsellikle, cinsel tutkuyla ilgili Kubrick ne diyecek diye beklerken karşımıza basit bir küçük burjuva evlilik dramının New York'un zengin çevrelerinde yaşanış biçimini irdeleyen bir basit film ortaya çıkmış.

Ayrıca filmdeki orji sahnesi, Kubrick'in cinsel fantezi anlayışının 1960'lı yılların kötü Alman porno filmleri düzeyinde kaldığını da göstermektedir.

*

Bence sinema tarihinin ‘cinsel tutku’yu en müthiş işleyen filmi 1930 yılında çekilen ‘The Blue Angel’dı.

Joseph von Sternberg'in bu muhteşem filminde Marlene Dietrich erotik şov yapan bir kabare oyuncusunu canlandırıyordu.

Tek başına yaşayan, sosyal ilişkilerinde düzgün, ciddi ve mesleğinde son derece sert olan öğretmen bir gece Marlene'i seyretmeye gelir.

Ve tutku başlar. Aşk değildir bu aslında tamamen cinsel bağımlılıktır.

Dietrich adamın ait olacağı yeri filmin daha başında onunla masada yan yana otururken belli eder.

Adam elinden bir şeyleri düşürür, masanın altında onları ararken Dietrich adamın işini zorlaştırmak için bacaklarını bir milim bile oynatmaz ve onun beceriksizliğiyle alay eder.

Adam cinsel bağımlılığı nedeniyle kadının tam bir kölesi olmuştur artık.

O aralarında aşk var zanneder, kadın ise onu uşağı olarak görmektedir.

Filmin en dramatik sahnesi kadının soyunma odasında cereyan eder.

Parasını, işini, dostlarını, hayatta her şeyini kaybetmiş olan adam, esaretine isyan edip kapıyı çarpıp gider.

Bacak bacak üstüne atmış olan Marlene Dietrich onu gülümseyerek bekler. Adam birkaç dakika sonra daha da ezilmiş bir şekilde kapıdan içeriye girer.

Gidememekte, esaretinden uzaklaşamamaktadır.

Ve Marlene alaycı bir ifadetle naylon çorabını giydirmesi için bacağını adama doğru uzatır.

Adam önünde diz çöker ve hálá daha onun gözünde bir şekilde var olabilmek için çorabı özenle giydirir.

Sonra da Marlene salonda başka erkeklerle içki içip eğlenirken, onun erotik fotoğraflarını müşterilere satmak için aynı salonda tezgáhını dolaştırmaya başlar.

Keşke Kubrick bu filmin yeni versiyonunu çekerek yaşamının son eserine imza atsaydı.

Korkmadan bu temayı yeniden işleseydi eminim ki olağanüstü bir yapıt ortaya çıkardı.



Yazarın Tüm Yazıları