Paylaş
ÖNCEKİ günkü yazımda, satır aralarında sıkışıp kalan bir açıklamam bilmem dikkatinizi çekti mi?
Allah onu başımızdan eksik etmesin, üst düzey yöneticilerin ün üst düzeyi genel yayın yönetmenim ile yaptığımız bir telefon konuşmasında o beni komünist olmakla suçladı.
Bense ona şu aşamada bunu bir suçlama olarak algılamadığımı, ihtilalden sonra da kendisi hakkındaki kararları bizzat vereceğimi söyledim.
Buraya kadar olan bölümü size aktarmıştım, ancak olan bitenin bir de perde arkası var.
Bende ‘‘off the record’’ kavramı yoktur. Bana söylenen her şeyi yazabilirim. Ayrıca söylenmemiş şeyleri de yazabilirim. Size yemin ediyorum, isterseniz ekmek getirin öpüp alnıma koyayım, geçmişte çok büyük devlet adamlarının basın toplantılarının haberini yazarken onların söylemedikleri şeyleri de sırf şıklık olsun, halkımız şık şeyler duysun diye yazmıştım.
Onlar bundan hiç şikáyetçi olmadılardı vaktiyle...
Dolayısıyla genel yayın yönetmeni de telefon konuşmamızın bazı bölümlerini ‘‘off the record’’ diye düşünüp, bunları yazmayacağımı zannederek rahat davrandıysa, bu da onun beni katiyen tanımadığının bir başka kanıtıdır.
* * *
Telefon konuşmamızın bugüne kadar gün ışığına çıkmamış olan bölümlerinde genel yayın yönetmeni, beni dinlerken ve bazı yazılarımı okurken kendisini 1965'lerin Türkiye'sinde gibiymiş hissettiğini, benim bu şekilde konuşmamın ve yazmamın inanılacak gibi olmadığını, Türkiye'nin geri götürülemeyeceğini, bugün artık Türkiye'de çok farklı dinamiklerin olduğunu, bunu görmeden fakirlik edebiyatı yapanların başarılı olma şanslarının bulunmadığını, aslında benim yazılarımın kendisini sinirlendirmediğini, çünkü o yazıları katiyen okumadığını, okusa bile bunlar önemsiz olduğu için yazının konusunu hemen unuttuğunu, maaşımı yarıya indireceğini, mizah yazılarım için gereken ödemeyi Hürriyet'in yapacağını, diğer manasız yazılarım için ödemeyi ise dördüncü enternasyonal genel sekreterliğinden almamı, televizyondaki tartışma programını ise söylenenleri çok merak ettiğinden değil de benim kendisi aleyhine konuşup konuşmayacağımı görmek için seyrettiğini söyledi.
Ben de ona:
1- Eğer illa da bir yerlerden maaş alacaksam dördüncü enternasyonal genel sekreterliğini değil de birinci enternasyonal sekreterliğini tercih edeceğimi, bunun daha şık olacağını...
2- Daha sonraki yıllarda hayatını hangi Gulag'da geçirmek istiyorsa bana bildirmesini, arkadaşlığımız hatırıma kendisine biraz torpil yapmayı düşünebileceğimi söyledim.
* * *
Bütün bunlar bir yana, genel yayın yönetmenim ile ne zaman konuşsam Türkiye'nin modernleştiği yolunda izlenimler ediniyorum.
Çok tuhaf bir şey, ama bu her zaman oluyor. Anladığım kadarıyla CNN'deki konuşmasında bahsi açılan genel yayın yönetmenlerinde var olduğu iddia edilen aura bununla ilgili olmalı. Hangi konu konuşulursa konuşulsun modern bir izlenim ediniyorsunuz o ağzını açtığı andan itibaren.
Örneğin, alın o günkü telefon konuşmamızı. Bana dedi ki: ‘‘Peki ama senin istediklerin gerçekleşirse Türkiye'de, bu benim artık ithal güzel şarap içmemim bir daha mümkün olamayacağı mı anlamına gelecek...’’
Ben de ona dedim ki: ‘‘Korkma, yeter ki benim istediklerim bir gerçekleşsin, o zaman sana politbüro kontenjanından her ay bir kasa şarap bizzat gönderirim, hiç üzülme.’’
* * *
Görün bakın, Türkiye nasıl da modernleşmiş. Kötü niyetli insanlar bunu fark etmezmiş gibi davransalar bile gelişiyoruz, çaktırmadan da olsa.
Eskiden halk, komünizm korkusunu ‘‘Kapıcılar gelip bizim eve yerleşecekmiş’’ şeklinde ifade edilen ve bu ifade şekliyle de dünya literatürüne giren cümlelerle ortaya koyardı.
Nereden nereye gelmişiz? Şimdilerde ise insanlar rahatça Chateau Margaux içemeyecekleri için komünizmden korkuyorlar.
Bu da ilerleme değilse ben başka neye ilerleme diyeyim, bilemiyorum ki.
(Önemli not: Yazının sonunda genel yayın yönetmenini halk kavramı içinde görüyormuşum gibi bir izlenim doğuyor. Bu sadece yazı tekniğiyle ilgili olan, gerçekle katiyen ilgisi bulunmayan bir olaydır. Yanlış anlamaları düzelteyim dedim de.)
Paylaş