Paylaş
ERBAKAN, kendisine yakın gördüğü, pardon ‘‘demokrat’’ olarak gördüğü gazetecilere davet verdi.
Genelkurmay da yapıyor bu davet işini.
Bu memlekette Genelkurmay'ın başı, Erbakan kadar sık belaya girmediği için onların gazeteci davetleri kırk yılda bir oluyor.
Erbakan ise altı ayda bir filan böyle görüşme yapmak zorunda artık.
Böyle giderse toplantıları gündelik olarak da düzenlemek zorunda kalabilir, benden söylemesi.
Başbakan ise davet vermek ihtiyacını duymuyor; çünkü zaten bazı gazetecilerle hemen her gün beraber.
Bu konuda çeşitli rivayetler var.
Örneğin, Başbakan bizim gazetelerin Ankara temsilcilerinden bazılarına önceden danışmadan tek bir karar bile almıyormuş.
Araştırmacı gazeteciliği geçen hafta itibarıyla tamamen bıraktığım için bu söylentinin doğru olup olmadığını irdelemedim.
Ama şunu kesinlikle biliyorum; eğer denilen doğruysa, yani Başbakan bizim gazetelerin Ankara temsilcileriyle böyle içli dışlıysa -ki olmaması için bir neden de yok- o zaman bu memleket de emin ellerdedir, bunun bilinmesini istiyorum.
Yani en azından bizim Sedat Ergin'i tanırım. Çok titiz, iyi bir yöneticidir. Kurnazdır, bilgilidir ve eğer bu memlekette kararlar ona da danışılarak alınıyorsa ülkemizin önü aydınlıktır, bu da biline!
* * *
Herkes bir yerlere davet ediliyor hiç durmadan.
Erbakan'a davet edilenler, başkaları -örneğin Allah onu başımızdan eksik etmesin, üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi genel yayın yönetmenim- başka yere davet edilince hiç durmayıp eleştiriye başlarlardı.
Kendileri gidince normal, başkaları başka yere gidince anormal.
Bu konuda Allah onu başımızdan eksik etmesin, üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi genel yayın yönetmenim en şanssız olanı.
Bir zamanlar Özal başbakanken çok giderdi Köşk'e.
Aniden ‘‘Özköşk’’ diye laf çıktı ortaya.
Üstelik de bu adı o kendi kendine takmıştı. Eleştirmeyi pek sevenler bunu unutup, sanki çok akıllı eleştiriler yapıyorlarmış gibi bu lafı kullanıp durmuşlardı.
Neyse geçmiş dönem, işi uzatmaya gerek yok.
O zaten öcünü kendi almış, Erbakan'a gidenleri vesile kılarak, önceki günkü yazısına, ‘‘Ben onlara Erbakan yalakaları demeyeceğim. Çünkü gazeteci ‘haberin olduğu her yere' gider. O yüzden önceki gün Erbakan'ın davetine katılanlardan bazılarının, kendileri gibi düşünmeyenleri ‘etiketlendirmek' alışkanlıkları olsa da benim onlara yapıştıracak tek etiketim var: Gazeteci’’.
* * *
Son derece dramatik bir yazı girişi bu. Beni nasıl üzdü bilemezsiniz.
Sevgili okurlar, şunu biliniz ki Türk basın tarihinde önemli olan bir rekor kırmak üzereyim.
Herkes bir yerlere davet ediliyor. Bir tek ben hariç.
İnanılacak gibi değil, tek bir grup bile istemiyor yahu beni.
Yani bana yapıştırılacak etiket katiyen ‘‘gazeteci’’ değil.
Gerçi gazeteci olarak adlandırılmak için arada bir evde olan biteni, Rana'nın bana eziyetlerini filan yazıyorum.
O tür yazıları yazarken gazeteciliğin ‘‘5 N 1 K’’ diye nitelendirilen kuralına da uymaya çalışıyorum.
Bunu açık yazamayacağım şimdi; çünkü N'leri üçe kadar sayabildim, diğer ikisinin ne olduğunu hatırlayamıyorum. Ama kurala da her şeye rağmen uydum bu yazılarda, bu da biline.
Ancak o yazılarımı, haberlerimi de kimse ciddiye almıyor.
Bir ara Nişantaşı'nda olan bitenleri yazdım, onları da kimse haber olarak kabul etmedi. Yine gazeteci etiketini vurduramadım alnıma.
Aslında bana karşı garezi var milletin, biliyorum.
Sabah Gazetesi Nişantaşı'na taşındı, şimdi iki günde bir gazetede ‘‘Halkın içindeyiz artık’’ diye yazılar çıkıyor. Ben yazsam bunları herkes, ‘‘Bırak ya, Nişantaşı ile halk kavramı arasında ne ilişki var’’ diye dır dır söylenirdi.
Bıktım vallahi bu kadar ezilmekten, horlanmaktan!
* * *
Çok yalnızım çok!
Gerçi biraz haber salsam, en azından ‘‘Öteki Türkiye’’den insanlar beni davet edecekler evlerine filan.
Ama onların da açık büfeleri hiç zengin olmuyor. Biraz peynir, bir adet soğan cücüğü, bolca ekmek, şanslıysak biraz zeytin.
İçki alacak paraları yok. Genelkurmay'ın davetlerine gidenler en azından kafayı iyi çekebiliyorlar.
Erbakan'ın davetine gidenler ise patlayıncaya kadar yemişler, durmadan anlattıkları mönüyü okuyunca insan acıkıveriyor.
Ben ise bütün bunlar olurken evdeyim. Rejim yapıyorum.
Araştırmacı gazeteciliği geçen hafta itibarıyla bıraktım.
Alnıma ne etiket vurulacak bilmiyorum.
Bu işin tek bir avantajı var. Kimse beni davet etmediği için ben de onları davet etmek gibi bir zorunlulukla karşılaşmıyorum.
Yani karşı davet yapmak zorunda kalsaydım, düşünsenize olacakları.
Eve gelse Genelkurmay Başkanı'nı bir dereceye kadar çekebilirim, konuşmalarından sıkılırsam da kafayı çekip dururdum en azından.
Ama bu saatten sonra Erbakan'a hangi şartlar altında olursa olsun katiyen tahammül edemem, bu da biline. Üstelik de onu sadece portakal suyu içerek dinlermiş gibi yapacağım, düşünsenize işkenceyi.
Getirin bana Absolut şişesini!
Paylaş