Paylaş
Otomatik reflekslerimiz var.
Örneğin kolonyalizm denildiği zaman hemen tepki gösteriyoruz. ‘Kolonyalizm eşittir kötülük’ kavramı kafamıza yerleşmiş durumda.
Bu tür refleksler olmadan insan yaşayamaz. Bunlar belki de bizim kendimizi dünyanın trajedisine uzak tutma mekanizmalarıdır.
Ancak otomatik olarak verilen tepkilerin yanlış olmaları ihtimali de çok yüksek.
Örneğin ben uzun zamandır kolonyalizmin aslında o kadar da kötü bir şey olmadığını, emperyalizmin çok daha büyük kötülük içerdiğini düşünüyorum.
Nedenim ise şu: Kolonyalistler bulundukları ülkeyle manevi bağlantı kuruyorlar. Tarihte birçok kolonyalistin teorik düzeyde ‘işgal altında’ tuttuğu ülkeye sevgi duyması olayı yaygın olarak vardır.
Aynı şekilde işgal altındaki ülke insanlarının da kolonyalistlere sevgi duyması şaşırtıcı bir sıklıkla ortaya çıkar. Gerçi bütün bu iletişimi ‘zor kullanma tehdidi altında kurulan boyunduruk ilişkisinin yüzeysel aldatmacası’ olarak gören teoriler de vardır.
Bu teoriler, kolonyalizm altındaki ülkelerin ideolojisini sonunda belirlemiş, çoğunlukla halk ayaklanmaları sonucunda sistem değişmiştir.
***
Kolonyalizm artık yok ancak bunun illa da iyi bir şey olduğunu söylemek de imkânsız.
Kolonyalizmin işgal altındaki ülkenin azgelişmiş insanlarına bir tür ‘hayat güvencesi’, ‘yaşam sistematiği’ sunduğunu, bu sistemde sadece kolonyalistlerin ‘kötü’ insanlar olarak görülmesinin yetmeyeceğini, ezilen ülke insanındaki kötülükleri de görmeden net tablonun çıkarılamayacağını, kolonyalizm bitince bir anda sistemsiz kalan azgelişmişlerin potansiyel kötülüklerini sonuna kadar yaşamaya başlayacaklarını aslında çok önceden büyük yazar V.S. Naipaul görmüştür.
V.S. Naipaul bütün yazılarında, romanlarında, kendisiyle yapılan mülakatlarda bu temayı işler.
Onu yanlış anlayan insanlar kendisini faşistlik, kökenlerini reddetme, emperyalizmin sözcülüğü de dahil birçok suçlamayla kötülemeye çalışsalar da o aynı şiddetle kendisini eleştirenlere karşı cevabını vermiştir.
***
Bütün bunları iki nedenden dolayı yazıyorum.
Bir hafta kadar önce Sierre Leone'deki iç savaş ile ilgili bir haber izledim.
Gördüklerim korkunçtu.
İkinci nedenim ise The Economist Dergisi'nin son sayısında AIDS üzerine yapılmış harika bir araştırmaydı.
Hastalığın özellikle Afrika'da nasıl inanılmaz bir hızla yayıldığı anlatılıyordu yazıda.
Bu iki ayrı olay nedeniyle kolonyalizmin Afrika'da bitmiş olmasının medeniyetin gerçek bir kaybı olduğunu düşünüyorum artık.
Çünkü oradaki insanlar kendilerini zorla da olsa bir sisteme sokan bir otorite başlarında olmadığı zaman insan olmaktan çıkıyorlar.
V.S. Naipaul bir yazısında ‘‘Afrika'nın artık geleceği yok’’ demişti. Derin düşünmeler süreci sonucunda varılan bu gözleme katılmamak imkânsız.
***
Sierre Leone'de olanlar gözlerimin önünden hiç gitmiyor.
Tabii ki kabile savaşı aslında yaşanan.
Savaş halindeki kabilelerden bir tanesi köy bastığı zaman zavallı insanları sadece öldürmekle yetinmiyor.
Hatta öldürme yoluna fazla başvurmuyor.
Onların yöntemi farklı. Kızların, çocukların, yaşlıların ya iki kolu ya da iki bacağı birden pala ile kesiliyor.
Böylece hem onların hayat boyu acı çekmeleri, hem de görüntüleriyle etrafa korku saçmaları sağlanıyor.
Korkunçtu televizyon ekranındaki görüntü.
Köyde yüzlerce kolsuz, bacaksız insan yaşayan ölüler gibi çaresiz dolaşıyorlardı.
Sierre leone'de şu anda Alman doktorlarının bulduğu bir cerrahi müdahale yöntemiyle iki kolu da kesilmiş insanlara belirli bir yaşamı sürdürmeleri için gereken fiziksel yapı sağlanıyor.
Doktorlar kolun kalan bölümünü ortadan ikiye ayırıyorlar, daha sonra kaslar, sinirler bu ikiye ayrılmış bölümü o kişinin aynen bir cımbız gibi kullanabilmesine olanak verecek şekilde dikiliyor.
Ve evet Sierre Leone'de şu anda yüzlerce, belki de binlerce insan sokaklarda bu görüntüyle dolaşıyorlar.
***
AIDS konusu ise daha başka bir alem.
En büyük salgın tehlikesi Güney Afrika'da yaşanıyor, çünkü beyaz yönetimin gitmesiyle birlikte gelen siyahlar toplum üzerinde kontrollerini tamamen kaybetmiş durumdalar.
Dergiye göre tüm Güney Afrika'da AIDS ile mücadele konusunda sadece iki poster varmış, bunlar da Dünya Sağlık Örgütü'nün binasının içinde asılıymış. Siyah askerler ise kendilerine Batılı yardım kuruluşları tarafından dağıtılan prezervatiflerin ucunu kesip öyle kullanıyorlarmış.
Ucu kesilmiş bir prezervatifin kullanılması aslında esprili bir şey olabilir ama bunu neden yaptıklarını mantıken açıklamak mümkün değil tabii. Kenya gibi ülkelerde ise azgelişmişlerin tuhaf inanışları devreye girmiş durumda.
Örneğin oralarda kabile büyükleri küçük kızları hemen becerebilmek için toplumu ‘erkek semeninin kadınları daha güzel yapan maddeler içerdiğine’ inandırmışlar.
Böylece buralarda erkekler prezervatif kullanmak istese bile kadınlar ‘daha güzelleşmek amacıyla’ bunu engelliyorlarmış.
Tabii bu arada hemen her ülkede kabile savaşı var olduğundan ve kabilelerin aralarındaki en popüler savaş yönteminin de karşı kabileden kadınlara tecavüz etmek olduğundan bu da AIDS'in daha da çok yayılmasına neden oluyor.
Bu kadar yeter. Keşke kolonyalizm bu ülkelerde sona ermeseydi.
Paylaş