Paylaş
Başkalarının arazisine kaçak gecekondu yapıp, sonra da bunları yıkmaya gelenlere karşı direnenleri hemen her akşam televizyonda izliyoruz.
Kadınlar bu direnişte ön plandalar.
Bayılıyorlar, ayılıyorlar, sonra tekrar bayılıyorlar.
Direniş için yapılan işbölümünde haykırma görevini de onlar üstlenmiş.
Adamlar biraz daha arka planda durmadan konuşuyorlar yüksek sesle.
Normal durumda, sakin sohbet ederlerken bile bunların ne dediğini anlamak hemen hemen imkánsız.
Bir de bağırdıkları zaman konuştukları lisan tamamen yabancılaşıyor ve Amazon ormanları dizisi başlangıcındaki vahşi orman çekimindeki seslere dönüşüyor bir anda.
* * *
Aslında benim umurumda değil başka insanların arazisi üzerinde ev yapmış olmaları bunların.
Direnişlerinde başarılı olup olmadıkları, kendilerini yakıp yakmadıkları, evlerinin yıkılıp yıkılmadığı da umurumda değil.
Sosyal bilincim katiyen kalmadı ve sosyal bilincim hálá daha var diyen insanların yüzde 95'inin de üçkáğıtçı olduğuna inanıyorum.
Bütün bu yıkım olaylarında benim umurumda olan sadece iki şey var:
1- Bu gecekonduların hemen hepsi benim şu anda oturduğum evden çok daha büyük.
2- Bu gecekonduların hemen hepsi de İstanbul'un depremde en sağlam, en emin olacağı açıklanan arazileri üzerine kurulmuş.
İşte bu nedenlerden dolayı bu insanları acayip kıskanmış durumdayım.
* * *
Yıllardır çalışıyoruz, çabalıyoruz.
Hesapladım, sadece basın kartımı alalı 17 yıl olmuş.
Hálá daha her gece televizyonda gördüğüm ve onlarla aynı nüfus káğıdını paylaşmaktan gurur duyduğum sevgili vatandaşlarımın elde ettiği türde güvenli ve büyük bir konuta sahip olabilmem henüz mümkün olmadı.
Hayır şu da var: Onların vıdı vıdı bağıran kadınları, gerekirse dövüşen bacıları var da bizde de Rana var, bilmem anlatabiliyor muyum?
Yani ben bunca yıldır Hürriyet üst yönetimiyle filan uğraşacağıma eskiden şöyle Vaniköy sırtlarında bir araziye kamp kurup, 10 günde evi çekseydim altıma...
Yemin ediyorum bugün bir Allah'ın kulu bile bizi yerimizden oynatamazdı.
Rana'yı bilen bilir, kadında bir ses var, Taksim'de bağırıyor, Sarıyer'de millet ‘Ne oldu?’ diye heyecanla dışarıya fırlıyor.
Şu anda ferah, geniş ve güvenli bir gecekondumuz olsaydı Rana, devletin bütün gücü üstüne gelse, o yetmeyip derin devlet bile gelse, birkaç dakika içinde bunları çil yavrusu gibi dağıtırdı.
Hatta sırf o fazla bağırmasın diye devlet sadece bizim kaçak evin bulunduğu bölüme özel imar affı bile çıkarabilirdi.
Yani anlayacağınız kimse bizi çıkaramazdı evimizden.
Yıllar önce kaçırdğım bu fırsata kesinlikle yanıyorum şu aralar.
* * *
Bu sevgili gecekonducu vatandaşları sosyal adalet duygusuyla savunan insanlar tabii ki var toplumda.
Bunlar hem direnişçi, hem de mülkiyet haklarına saygılı değiller ya, bir kısım Marksist bunlardan yana tavır alıyor.
Ancak onlar da kendi aralarında bölünmüş durumdalar.
Kendi özel mülkiyetinde arazisi bulunan Marksistler bu desteği sadece teorik olarak verebiliyorlar. Yani iş pratiğe gelince, başkalarının arazisinden kovulan gecekonducuları kimse kendi arazisine davet etmeyi tabii ki düşünmüyor.
Konuya pratikte de destek veren Marksistler ise azınlıktalar.
Bunlar kendi yaşamlarında da özel mülkiyeti reddettiklerinden dolayı desteklerinde son derece samimiler.
Bunlar Marksist harekette bu kadar fazla ve gereksiz teorik tartışma olmasının da başsorumlusudurlar.
Ev ve para kavramını reddettikleri için bunlar her akşam farklı evlere misafirliğe giderler. Yediklerini içtiklerini meşrulaştırmak, kendi içlerini rahatlatmak için de gece boyu teorik sohbet yapmaya başlarlar.
Bu gezgin Marksistler nedeniyle Marksizme teorik olarak inandığı halde davetsiz misafirden bıkan birçok insan Marksist olmaktan vazgeçmiştir.
Yani anlayacağınız bu özel mülkiyet olayının Türkiye gerçekliği sanıldığından çok daha karmaşıktır.
Paylaş