Serdar Turgut: Jöleyle yürüyüşe çıktım

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

‘Krem şantili jöleli şey’i büyük bir mücadele sonucunda buzdolabına koyduktan sonra biraz dinlenmek istedim.

Böyle bir şey mümkün değil. Diğer evliliklerde ne oluyor bilemiyorum ama burada dinlenmek isteyen erkek varlığına karşı dışardan daima müdahale var.

Tam kafayı şöyle koydum, hafif kestireceğim, çat kapı açıldı Rana geri geldi.

O zaman anladım ki krem şantili jöleli şeyi postmodern buzdolabımıza yerleştirirken en azından yarım saat mücadele vermişim.

O gün hayatımızdaki en önemli olay bu ‘şey’di anlaşılan çünkü Rana doğrudan buzdolabına gitti ve onu kontrol etti.

Bir çığlık attı. Ve arka arkaya şu iki suçlamayı yaptı:

1- Sen bunu benim dediğim zamanda buzdolabına koymamışsın.

2- Oynatma demiştim buzdolabına koyarken yine sözümü dinlememişsin.

Size bir şey söyleyeyim mi, genel affa karşı olanlar var ya onların sözünü katiyen dinlemeyin.

En azından cinayetten yatanları hemen salıverin gitsinler.

Ne yani şimdi bu suçlamaları yapan kişiyi ben öldürsem, bütün hafifletici nedenlere karşı hapis cezası alsam ben hak etmiyorum mu bir affı. Saçmalamayın lütfen!

***

Arkadaşlara gitmemize yarım saat kaldı, şey hálá daha öyle oynak ki tepsiye dokunduğumuzda kendini tutamayıp masa üstüne fırlayan ve tüm gayri estetik görünümüne rağmen göbek atmakta ısrar eden bir adama benziyor.

Bunu arkadaşlarımıza götürmek yerine hemen gidip bir pasta alalım dedim.

Hayır imkánı yok, bunu götürmeyi kararlaştırdı ya yolda giderken ben gebersem bile bunu götürmeyi deneyeceğiz başka çare yok. Dün de dediğim gibi rasyonaliteyi ve felsefeyi çoktan bir kenara bırakmış olduğum için bu tür ısrarlara artık hiç kızmıyorum.

Sonunda beklenen an geldi.

‘Haydi al tepsiyi de gidelim’ dedi. Kolaysa sen al taşı demek gerekiyordu ama bu çok uzun ve yıpratıcı bir kavga süreci başlatabilirdi ve ben artık tükenmiş bir adam olduğum için ve kavga etsem de sonunda bu şeyi yine benim taşıyacağımı bildiğim için sesimi çıkarmadan tepsiyi yavaşça çıkardım.

***

Bizim mahallede çok güzel köpekler var. Rana ile her akşam onları besliyoruz.

Onlar da bizi sokakta her gördüklerinde üzerimize fırlayıp bize sevgilerini gösteriyorlar.

O gün de gösterdiler.

Ve ben kendimi bir anda sessiz film şaheserini oynamakta olan Buster Keaton gibi hissettim.

Nasıl ki Buster en kötü durumdan bile tek bir yara almadan kurtuluyor, ben de elimdeki 70 santime 20 santim tepsinin içindeki oynak şeyi tek bir damla dökmeden köpeklerden kurtardım.

Aslında şeyi onlara yedirmek de vardı ama buna cesaret edemedim.

***

Daha köşeyi dönmeden kolum yorulmaya başladı.

O anda hayatımda ilk kez zaman zaman sokakta gördüğüm ve vücut çalışması nedeniyle Amerikan pankreas güreşçilerinden daha da grotesk hale dönüşmüş kişilere gıpta ettim.

Onların yapmış olduğu kol kaslarının ne işe yaradığını o an anladım.

Hızlı yürümemiz gerekiyor, ancak Rana köpeklerle oynadığı için buna imkán yok.

Bastırıp gideceğim de nereye bastığımı görmüyorum ki.

Zaten gözlerim iyi görmez. Şaşı olmamın yanı sıra gözümde yüksek düzeyde astigmat da var.

Çoğu zaman sokakta düz olan yeri eğri, eğri olan yeri de düz olarak algılarım.

Hani arada bir ayağımı burktum diye yazıp, başta belediye olmak üzere ta Bizanslılara kadar herkese dümdüz gittiğim yazılar var ya.

Bakmayın siz onlara, asıl kabahat bende ama işte ne yapayım ben de insanım ve sinirimi de bir yerlerden çıkarmam gerekiyor.

Özetle tepsiyi taşırken Rana yanımda olmadan tek adım atmam imkánsız.

***

Bizim bu semt çok ilginç. Bir noktadan başka bir noktaya giden düz bir yol katiyen yok.

Hedefinize ulaşmak için ya 70 derece eğimli bir yokuş tırmanacaksınız, ya da ineceksiniz.

Normal zamanlarda, yani ağırlığı her saniye başı mucizevi bir şekilde birer kilo artmakta olan bir tepsi taşımazken doğal olarak yokuş aşağı inmek tercihimdir.

Ama tabii bende şans olmadığı için elimde tepsi varken 70 derecelik eğimli bir yokuştan inmek zorunda kaldım.

Ve dahası size yemin ediyorum ki yolun tek bir yanı bile düz değildi.

Biz oraya varmadan kısa süre önce yola büyük bir meteor düşmüş, yolu paramparça etmiş gibiydi.

O yokuşun başından aşağıya ininceye kadar hayatımın en korkunç dakikalarını yaşadım.

Sadece doğal koşullarla mücadele etsem iyi. Bir de aşağıya ininceye kadar Rana'nın sürekli yaptığı yorumları da dinledim.

***

Nihayet eve geldik.

Dış kapı kilitli, zilin çalınması gerekiyor.

Kollarım kopmak üzere.

Ve Rana zili çalıp beni acil olarak içeriye sokmak yerine, eve kadar bizi takip etmiş olan köpekle oynamaya başladı.

Benim yine sinirden nefesim tıkandı. Haykıracağım ama ağzımdan ses katiyen çıkmıyor.

Geçici paralize oluyorum böyle durumlarda. Günde birkaç kez rutin olarak yaşıyorum bunu.

Sonunda ağzımdan sadece ‘Çabuk dayanamıyorum’ lafı çıktı.

Rana, ‘‘Sabırsızlanma canım, ne oluyor ki geliyorum işte’’ dedi.

Felsefe bir kez daha o anda yeniden öldü.



Yazarın Tüm Yazıları