Paylaş
12 Eylül'ün 20'nci yıldönümü haftası müthiş geçti bizim memlekette. Herkes kendine göre anlattı müdahaleyi.
Anladığım kadarıyla o dönemi yaşamış olan insanlar içinde içi en rahat olan kişi Kenan Evren.
Zaten yaptığı her şeyin doğru olduğuna inanmasa, içi olağanüstü rahat olmasa 80 yaşında bu kadar zinde olabilmesi mümkün değil.
İçi öyle rahat ki, kendisine suikast düzenlenirse hapisteki MHP'lileri öldürtme emri verdiği yolundaki haberleri de düzelme ihtiyacı hissedip, ‘‘Hayır sadece MHP'lileri değil her düşünceden insan olabilirdi öldürteceklerimiz arasında’’ türü son derece fantastik laflar da söyleyebiliyor.
Bu iç huzuru, bu gönül rahatlığıyla, bu düz mantığıyla Evren Bey 100 yaşını kesin devirir, bakın benden söylemesi!
* * *
Çok itiraflar oldu geçen hafta, çok. Anladığım kadarıyla hemen herkes hayatının bir aşamasında Evren'i öldürmeyi düşlemiş kafasında.
İnsan bu potansiyel suikastçıların gün geçtikçe artan sayısına bakınca, zamanında bu memlekette Anayasa'ya ‘evet’ oyunun nasıl olup da yüzde 92 düzeyinde olduğuna,‘hayır’ların o kadar düşük kalabilmesine şaşırıyor doğrusu.
Hem Anayasa'ya evet deyip hem de suikast düzenlemeyi düşündülerse de pes doğrusu, insan azıcık tutarlı olur be!
Ya birini yap ya da ötekini, değil mi ama yani!
‘‘Hemen herkes hayatının bir aşamasında Evren'i öldürmeyi düşlemiş’’ derken hemen bir düzeltme yapmalıyım.
Bu herkes içinde bizim genel yayın yönetmenimiz kesinlikle yok, bu bilinsin.
Bunu da onun müthiş itirafından bir detay olarak öğrenmiş durumdayım.
Allah onu başımızdan eksik etmesin, üst düzey yöneticilerin en üst düzeyi genel yayın yönetmenimiz, 12 Eylül ile ilgili yazmış olduğu yazıda istemeden de olsa müthiş, Türkiye'yi aslında ayağa kaldırması gereken bir açıklama da yaptı.
Nedense herkesin gözünden kaçtı bu.
* * *
Olayı iyi anlayabilmemiz için onun 14 Eylül tarihli yazısından alıntı yapmalıyım:
‘‘Ben, 12 Eylül 1980 sabahı Ankara'dan İzmir'e giden bir Varan otobüsündeyim.
Sabah saat 05.00 sıralarında şoför radyoyu açtığında sıkıyönetim bildirisi okunuyordu. O an içimden gelen, hayır, hayır, fışkıran ses şu oldu: ‘Oh canım kurtuldu.' Aynı anda Bornova kavşağına girdik ve karşımıza üç zırhlı araç çıktı. Otobüsün kapısı açıldı ve içeri genç bir subay ve iki er girdi. İçimdeki oh hayatım kurtuldu duygusu bir an yaşama sevincine, o da tuhaf bir şekilde ağlama duygusuna dönüştü. Gözlerim yaşardı.’’
* * *
Tamam mı? Alıntıyı burada kesmek zorundayım ama aslında yazıda daha çok önemli açıklamalar da var.
Bu darbeden sonra ‘Arayış' dergisini çıkarırlarken 600 aydına mektup yazmışlar, sadece 12'sinden cevap gelmiş.
Bu da nispeten önemli bir ifşaat. Yani ben bunu okuynca ‘‘Acaba geri kalan 588'i o anda hapishanede işkencede mi ki de mektuba hemen cevap veremediler’’ diye düşündüm. Açıkça söyleyeyim bu aklıma geldi. Hapishanede değillerse de o dönemde tutuklanmayan 600 aydını nasıl olup da bir araya getirdiklerini, dışarda kalabilmiş bu kadar aydını nasıl olup da bulabildiklerini de pek anlamadım.
Ama onlar sosyal demokrat, onlar her şeyi, imkánsızı başarırlar, ben onlardan korkarım.
Yanlış anlamayın, bu bir detay yazıda takıldığım. Ayrıca benim de o sabah karşımda ilk kez asker gördüğümde gözlerim elimde olmadan yaşarmıştı. ‘‘Allah şimdi hapı yuttuk, hapsi boylayacağız işte’’ diye korkudan hafif ağlamıştım, neyse ki kimse görmedi de küçük burjuvalıkla suçlanmadım.
* * *
Bütün bunlar detay. Ama bu bahsi geçen yazıda genel yayın yönetmeninin istemeden yapmış olduğu bir açıklama var ki bunu millet nasıl gözden kaçırdı, nasıl bu konu gündemi oluşturmadı bunu da anlamak mümkün değil.
Dikkatle okuyun bakın, nasıl başlıyor açıklamaya?
Evet, evet... GENEL YAYIN YÖNETMENİMİZ BİR ZAMANLAR OTOBÜSE DE BİNMİŞ SEVGİLİ OKURLAR.
Bu 12 Eylül ile ilgili itiraflar içinde bence en müthişi, en çarpıcı olanı. Ben bu satırları okuyunca gözlerime inanamadım. Yani onu bir otobüs içinde hayal bile edebilmem mümkün değil.
Kendisini en son 7 yıl önce Washington'da metroya bindirmeye çalışmıştım, bana öfke dolu gözlerle bakmış ve kendisinin 3 kişiden fazla insanı taşıma kapasitesine sahip olan toplu taşıma araçlarına binmeyi prensip olarak reddettiğini söylemişti.
Bu açıklamayı yaptığında 12 Eylül'den sadece 11 yıl uzaktaydık. Ben ona o an bir cevap verememiştim.
Şimdi yaptığı açıklamadaki gerçekleri o gün bilseydim elbette ki kendisine bir şeyler söylerdim belki, bilemiyorum.
Son olarak şunu söyleyeceğim:
Size yemin ediyorum Taksim'den bizim mahalleye bir saatlik otobüs yolculuğunu genel yayın yönetmenine sadece bir kez yaptırabilsek ertesi gün Hürriyet yayın politikasını bence baştan aşağıya değiştirir. Büyük ihtimalle genel yayın yönetmeni halk kavramından bu kez tamamen soğuyacağı için faşizmi savunmaya başlar bizim gazete öyle bir durumda.
Dolayısıyla onun ulaşım politikasında yaşanan değişimin yol açtığı sonuçlar itibariyle kötü olduğunu söylemek de galiba imkánsız!
Paylaş