Paylaş
Her şey 24 yaşımdayken başladı.
Bir güzel New York sabahı, Marx'ı daha iyi anlamak için Hegel'i de okumaya karar verdim.
Bu, o güzel günde New York'ta yapılabilecek belki de dünyadaki en abuk şeydi.
Ama en abuk şeyi yapmanın da kendine göre bir keyfi vardı. Herkesin bana ‘‘Salak mısın sen, haydi pilaja gideceğiz’’ demesine aldırmadan eve kapandım.
Üç ay çıkmadım dışarıya. Delirdiğimi sanan ve büyük ihtimalle de haklı olan arkadaşlarım yanıma gelmez oldular.
Sadece birkaç parça yiyecek bir şeyler almak için dışarıya çıktım.
Seksi tamamen unuttum. Bu sadece tek başına olmamdan kaynaklanan zorunlu bir şey de değidi.
Yoğun bir şekilde Hegel okumak insanın fiziksel yapısını da deforme ediyor, inanmıyorsanız siz de deneyebilirsiniz bunu.
Sonuçta eylül ayının ortalarında kitap bitti.
Okuduğumdan tek bir kelime bile anlamamıştım.
Daha da kötüsü kitaptan hiçbir şeyi hatırlamıyordum da.
Yani ‘‘Hegel'i okudum ben biliyor musunuz’’ diye etrafa beyanlarda bulunduğumda bunu destekleyecek tek bir fikir yoktu kafamda.
Yine de mutluydum ama. Bir tür bunalım geçirdiğim kesindi.
***
O günden bu yana bende bu hastalık zaman zaman nükseder.
Yani gazete okurum, dergi okurum. Sonra dedektif romanları, bilim kurgu okurum.
Falan filan derken birden içimde bir dürtü hissetmeye başlarım.
Esrar bağımlılığı gibi bir şey bu. Zararlı olduğunu bile bile yine esrar aramaya çıkan keşler gibi ‘O’ kitaplardan aramaya başlarım.
Arayan belasını bulur gayet tabii ki.
Örneğin şu anda masamda ‘‘Kierkgaard's Works. The Concept of Anxiety with Continual Reference to Socrates’’ diye bir şey duruyor. (‘‘Kierkgaard'ın Çalışmaları: Sürekli Sokrat'a Atıfta Bulunularak Endişe Kavramı’’)
Pandoranın kutusu gibi duruyor orada kitap.
Bana kötü kötü bakıyor. ‘Aç beni, ilk sayfayı aç’ diye mesajlar gönderip duruyor.
Korkuyorum ilk sayfayı açarsam diye.
Bu konuda zorlayıcı takıntım var, obsessive compulsive'im yani. Kapağı açarsam sonuna kadar okumak zorundayım.
Adından da anlaşılacağı gibi bu kitabı okumak bir insanın fiilen denemeden intihara en yaklaştığı durumu oluşturabilir.
Ne kadar olayı ertelesem de bu olacak çünkü kitaba elim bi kez değdi, artık kurtuluş yok.
***
Bundan önceki krizimde Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan ‘‘Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek’’ adlı kitabı okumuştum.
O kitapta şuna benzer cümleler vardı:
‘‘Geç dönem rönesansının disegno ve concetto teorilerinden, sanat eserinin ontolojik konumunu ‘salt maddi doğasının yapı iskelesinden kurtulmuş, hissi bir mevcudiyet olarak, bir Schein olarak çizen klasik kavramlaştırmaya, oradan Croce ve Collingwood'inkiler gibi etkilenimci (expressivist) sanat teorilerine ya da sanat eserinin varlığını gerçekdışı (irreel) olarak niteleyen Sartreci yaklaşıma kadar hepsinde baskın olan bir mefhumdur (baskın güzel sanatlar) mefhumu.’’
Gördünüz mü ya!
Yemin ediyorum bakıp yazarken bile anormal zorlandım.
Hiçbir insanın bu kitabı baştan sona okuyup da kafayı yememesi mümkün değil.
Yani bir süre sonra bu da çok satanlar listesinde bir numara olursa bilin ki bizim vatandaşlar iyiden iyiye hapı yutmuş durumdalar.
***
Obsessive compulsive durumum nedeniyle bu kitabı da baştan sona okudum.
Bitirdikten sonra aklıma bir şey geldi.
Amerika’nın neden büyük devlet olduğunu, neden en büyük emperyalist gücün Amerika'da olduğunu daha net bir şekilde kavradım.
Bunun ipuçları yukarda alıntı yaptığım cümlenin içinde gizli sevgili arkadaşlar.
Disegno ve concetto kavramlarının ne olduğu metinde yazılı değil.
Bunun nedeni de basit. Bu makalenin yazarı, kavramları açıklamaya gerek görmemiş.
Bir yıldız konularak sayfanın altında disegno'nun tasarı, cocetto'nun kavram olduğu belirtilmiş çevirenin notu olarak.
İşte önemli fark burada.
Avrupalı yazarlar sıradan insanların bu kitabı okuyacaklarını ve hatta disegno ve concetto kavramları için de açıklama gerekmeyeceğini düşünüyorlar.
Üstüne üstlük bu gibi metinlerden okuyucunun keyif alacağını da düşünüyorlar.
***
Amerikalılar ise böyle değiller.
Orada kitap konuları çok daha gerçekçi meseleler üzerine seçiliyor.
Memlekette herkes pragmatik olduğundan yukarda belirttiğm metin türlerini sadece, pek de muteber insanlar olarak görülmeyen felsefe hocaları okuyor orada.
Şimdi diyeceksiniz ki peki ama Amerikalılar ne gibi konular ile uğraşıyorlar son dönemde.
Masamda bir kitap daha duruyor. Adı ‘‘The Technology of Orgasm: Hysteria, The Vibrator and Women's Sexual Satisfaction' (‘‘Orgazmın Teknolojisi: İsteri, Vibratör ve Kadınların Seksüel Tatmini’’)
Özetle bu vibratörün tarihi.
Önyargılı davranıp bunun ciddi bir kitap olmadığını söylemeyin çünkü John Hopkins gibi son derece ciddi bir üniversitenin yayını.
Muhteşem bir kitap bu, yemin ediyorum.
Hem anlaması da çok kolay.
Şimdi istesem kitapta yer alan her şeyi tek tek anlatırım, hiçbir şeyi unutamıyorsunuz çünkü.
İşte Amerika'nın farkı. İşte Amerika'nın en büyük emperyalist olabilmesinin nedeni.
Onlar akılda kalacak konularda kitap yazıp, okuyorlar, Avrupalılar Kierkgaard ile uğraşıyorlar.
Paylaş