BİRKAÇ gündür yazdıklarımın pek de iç açıcı şeyler olmadığının farkındayım.
Ancak bu toplumun temelinde derin bir huzursuzluk olduğunu, bunun birey yaşamlarında derin bir mutsuzluğa yol açtığını görmemiz lazım.
Bu konu üzerinde düşünmemiz gerekiyor; çünkü birey ne kadar kendi kurmuş olduğu hayali kaleler arkasına gizlenmeye, o dar alanda korunmaya çalışsa da, yaşamakta olduğu toplumdaki acılardan koparamıyor kendini.
‘‘Kar’’ romanı bu konular hakkında düşündürüyor insanı ve sadece bu bile onu önemli kılmaya yeter de artar bence.
* * *
Laik, etnik, dini kökenli huzursuzluklarla dolu bu toplum.
Çoğunluk, kendisine haksızlık yapıldığını, yaşamının yarım bıraktırıldığını düşünen insanlardan oluşuyor.
Kendi yaşamından tatmin olmayanlar, tatminsizliklerinin suçlusu olarak gördükleri ötekilerle sürekli mücadele içindeler.
Bu mücadelelerin temelinde üstelik yoğun bir nefret var ve bu da ürkütücü aslında.
Düşünmeye çalıştığınız zaman ‘‘ne olacak’’ diye, mantıki bir cevap bulabilmeniz de imkánsızlaştı artık; çünkü kimse öyle uzlaşmadan yana değil.
Uzlaşmanın nasıl olacağı konusunda bir nosyon da yok; çünkü olabilecek her türlü uzlaşma, hemen her insan tarafından kendisinden talep edilen bir taviz olarak algılanıyor.
Dolayısıyla tabanı bu şekilde darmadağın olmuş bir toplumda ‘‘gelecek’’ kavramı somut bir şey olmaktan çıkıp, olmayacak hayallerin dünyasıyla ilgili bir kavram haline geliyor ne yazık ki.
* * *
Mücadelenin fiilen içinde olsanız da, mücadelenin dışında kendi hayali kalelerinizin içine çekilseniz de, mutluluk arayışınız sürecek....
Bu kaçınılmaz ve olması gereken de bu...
Ancak zaman zaman bulunsa da bu gelip giden mutluluk, toplumdan beslenmiyor hiç ve dahası toplum o özelde zaman zaman yaratılabilen mutlulukları da elinizden almaya çalışıyor hep.
Bir ara durmadan bir laf söylendi, ‘‘Türkiye, Arjantin gibi olmaz’’ denildi.
Elbette olmaz; çünkü orada yaşanan ‘‘toplumsal bir patlamaydı’’ (explosion).
Türkiye'de ise mutluluğu aramaktan yorulan bireylerin ‘‘içe dönük patlamaları’’ (implosion) yaşanıyor.
Bireyin yaşamda olan bitene karşı durmasını sağlayacak sağlam zırhları olmadığı, oluşamadığı durumlarda ise, bu uç durumda intihar sonucuna götürüyor insanı.
Batman'da onlarca genç kızın, İstanbul'da gençlerin intiharları toplumsal bir yüzkarasıdır.
Huzurunu bir türlü bulamamış toplumun darbesidir, genç yüreklere intiharı düşündürten süreç.
‘‘Kar’’ romanında beni çok etkileyen bir diyalogla yazıyı bitirmek istiyorum. Darbeci Sunay ile başörtüsü mücadelesi veren Kadife konuşuyor burada:
‘‘İnsan tam neden intihar ettiğini bilebilse, o nedeni açıkça ortaya koyabilseydi intihar etmezdi’’ dedi Kadife.
‘‘Yoo, hiç de öyle değil’’ dedi Sunay.‘‘Bazıları aşk yüzünden öldürüyor kendini, bazıları kocasının dayağına dayanamıyor ya da yoksulluk bıçak gibi kemiğe dayanıyor.’’
‘‘Hayata çok basit bakıyorsunuz’’ dedi Kadife, ‘‘Aşk yüzünden kendini öldüreceğine, insan biraz bekler aşkın etkisi azalır. Yoksulluk da intihar için yeterli neden değildir. İnsan kendini öldüreceğine kocasını terk eder, ya da önce gider bir yerden para çalmayı dener’’.
‘‘Peki nedir asıl neden?’’
‘‘Tabii ki bütün intiharlarda asıl neden gururdur. En azından kadınlar bunun için intihar eder!’’
‘‘Aşkta gururu kırıldığı için mi?’’
‘‘Hiç anlamıyorsunuz!’’ dedi Kadife, ‘‘Bir kadın gururu kırıldığı için değil, ne kadar gururlu olduğunu göstermek için intihar eder’’.
Bu satırları okuduktan sonra, acaba biz elbirliğiyle bireylerin gururunu kıran bir toplum mu oluşturduk, diye düşünmeden edemedim.