Paylaş
Fransızların en eğitimlisi bile genetik nedenlerden dolayı İngilizce'yi doğru dürüst telaffuz edemez.
Bu bilimsel tespit sosyal antropolojik saha çalışmalarımla da kanıtlanmıştır.
Bu çalışmalarımdan içerik açısından en zengin olanı 1994 yılında gerçekleşti.
O gün Washington'a Tansu Çiller gelmişti.
Otele yerleşti, ilk görüşmesini IMF Başkanı Michel Camdessus ile yaptı.
Görüşmeden çıkışında Altaylar'dan at üstünde gelmiş olduğumuz bilinciyle atalarımızı katiyen utandırmayacak bir ataklık içinde, Türk gazetecileri olarak bir anda adamcağızın üzerine saldırıp, onu kuşattık.
Hal, hatır sorduk, ne var ne yok dedik, adam Türk ekonomisi ile ilgili meseleleri anlatmaya başladı.
Dışarda da hava bir güzel o gün, aklınız durur. Bütün gazeteciler adamın kısa kesmesini istiyor, çünkü dışarı çıkıp dolaşacağız.
*
Camdessus bizim kamu sektörüne takmış. Herkes zaten bu sektöre oldum olası gıcık olur.
Biz İngilizce sorduk, o da öyle cevap vermeye çalışıyor ama ne yapsın, elinden gelen fazla bir şey yok, çünkü o da bir Fransız.
‘‘Public’’ diyor durmadan ama bu her defasında ‘‘Pubic’’ diye çıkıyor ağzından.
‘‘Public’’ kamu demek, ama pubic İngilizce'de kadın cinsel organına verilen ad.
Adam durmadan pubik, pubik dedikçe insan ister istemez onun anlattığı sıkıcı meseleleri dinleyemez hale geliyor.
Baktım bizim medya leşkerlerine İngilizce anlayan bölümünde erkeklerin gözü kaymış. Akılları tamamen başka yerlerde.
İngilizce bilmeyen bölümü ise -ki bunların arasında bazı gazetelerin Washington muhabirleri de vardı- her şeyi onaylıyorlar zaten.
Kim bilir o gün Camdessus ne önemli açıklamalar yaptı. Bunu Türk okuyucuları hiçbir zaman öğrenmediler ve öğrenemeyecekler.
*
Bana bir ara ‘pübik’ lafını duymaktan gına geldi ve ‘‘What shall we do about this pubic thing’’ diye sordum sorumu. Özet olarak bu ‘‘Şu pubik meselesini nasıl çözeceğiz babacığım’’ olarak çevrilebilir.
Camdessus bu sorumdaki nüansı, derinde yatan anlamı, acil yardım arayışımı katiyen anlamadı ve bana yine ekonomiyi anlatmaya devam etti.
Ben de dışarı çıktım, Çin yemeği yemeye gittim.
*
Hatıralarımı yazmak değil amacım.
Son dönemde özelleştirmeler yapılıyor ya, o pubik meselesini hatırladım yine.
Pubik her zaman sorun olmuştur bu memlekette.
Şimdi özel sektöre devredilecek her şey.
Şimdi bu meseleyi teorik olarak tartışmak yerine özelleştirme konusunda birkaç öneri yapmak istiyorum, çünkü pubik'i devlet iyi kullanamadı bari özel sektör kıymetini bilsin, iyi davransın ona.
İlk önerim şu; hani bu aralar bir helikopter ihalesi var ya.
Lütfen şu ihaleye birileri akıl edip de ‘‘İhaleyi kazanan 140 küsur savaş helikopterinin yanı sıra Türkiye'ye 2 adet yangın söndürme helikopteri de hediye edecektir’’ deyiversin.
Yani tabii ki iyi savaşmamız Türk olarak hepimizin kalbini gururla doldurur ama yine yaz geldi, bir yerlerde yangın çıkar da yine bir bakan ortaya çıkıp ‘‘Gelecek yaz yangın söndürme helikopteri alacağız’’ filan derse, sizi bilemem ama ben şak diye düşüp bayılmaya karar verdim, haberiniz olsun.
*
İkinci önerim de şu: Telekom'a ben talibim kardeşim, tamam mı?
Bunu da sadece vatanı ve milleti sevdiğim ve memleketime hayırlı olmak için yapıyorum. Yani diğer Türk girişimcileri gibiyim..
Anladığım kadarıyla hükümet Telekom'da ‘‘geriye doğru evrim’’ veya ‘‘negatif evrim’’ stratejisini uyguluyor.
Negatif evrim herhangi bir varlığın sürekli olarak durumunun kötüye gitmesidir. (Örneğin bakınız: köşe yazarları)
Telefonda neredeyse numarayı şehirlerarasını santrala yazdırıp iki saat beklediğimiz günlere döneceğiz, bozulma o kadar hızlı.
Telekom'u bana satsınlar, ben bu negatif evrim işini tamamen hızlandırırım, buna söz veriyorum. Türkler Orta Asya'da kuşlarla birbirlerine mesaj yolluyorlardı, şimdi de aynı şeyi rahatlıkla yaparlar çünkü bu genlerinde var.
Banka kredisini filan hiç dert etmeyin, çünkü bu zaten bizim memlekette hiçbir zaman dert olmaz.
*
Son önerim de şu: Türkiye'de yapılacak en hayırlı iş hükümetin de bir an önce özelleştirilmesidir.
Şöyle olacak bu iş: Her seçimden sonra başa gelen hükümet kendisini satışa çıkaracak.
Özel sektörün bütün temsilcileri bu ihalaye ister tek başına ister gruplar halinde katılacak.
Ve hükümet en yüksek parayı bastırana satılacak.
Dört yıl sonra yeniden ihale açılacak.
Arada da memleketi hükümeti o süre için satın alan özel sektör yönetecek.
Bakın düşünün önerimi, çok da radikal bir şey önermiyorum göreceksiniz. Ayrıca bütçe açıkları da böylece daha hızlı kapanacaktır, kamu sektöründe tasarrufa gidilecektir, memurların sayısı azalacaktır falan filan. Buna da emin olun.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
Paylaş